31 Mayıs 2009

Dün gece bir kabustu


Eve geldiğimde saat biri geçiyor. Kafam darmadağınık. Yediden bire kadar bir arkadaşla oturmuşuz. Zamanında çok da anlamlı olmayan bir kaç ufak tefek öfke, anlaşamamazlık yaşamışlığımız var, evet. Ama aslında “arkadaşım” diyebileceğim biri.

Altı yıl önce mart ayında teftişteyken eşi bir sabah bir uyanıyor, bir gözü hiç görmüyor. Aman, MS mi? Ağır seyredeni mi? Apar topar Ankara. Yok, değilmiş, seviniyoruz. Beyin tümörü. Ama habis değil. Hiç olmazsa ameliyat alternatifi var. Bu altı yıl boyunca üç ameliyat oluyor. İyileşti zannederken tekrarlayıp duruyor. Ve şimdi yine başlamış oluşmaya. Meğer bu illetin huyu buymuş: Sıçramıyor, bildiğimiz kanser gibi çürütüp öldürmüyor ama büyüdüğü için beyindeki şu bu merkezleri baskıladığında ölümcül oluyor. Ve çaresi yok.

Evde iki çocuk; biri 5 yaşında, diğeri 16 aylık. Bilerek mi beklemek kötü, bilmeden aniden yüzleşmek mi? Bak nelere üzülüyoruz, diyoruz gece boyunca, defalarca. Bir ağlıyoruz, bir gülüyoruz. Garson bize peçete takviyesi yapıyor arada. Hayat... diyoruz.

Eve girdiğimde üşüyorum. Makyajımı silip kendimi kaynar suyun altına atıyorum.

Isınmak ne mümkün...
Uyumak ne mümkün...

marruu

17 Mayıs 2009

Hocam, ben...


“Hocam ben evlenmek istiyorum. Yani nereye kadar oku, çalış filan. Staj burnumdan geldi vallahi. İş hayatı böyle bi şey gaaaba...” (Bu telafuzu ben de kullanıyormuşum; şahitler var: Bir tür tiki)
“Hmmm.”
“Çocuklarım olsun istiyorum.”
“Hmmm.”
“İki tane. Ah canlarım.”
“Hmmm.”
“Aşkımın sürmesini istiyorum. Sonsuza kadar.”

Yuhhh, diycem, diyemiyorum. Gene hmmm. Bir iki anekdot veriyorum. Gördüğümde şöyle titriyordum, böyle hastaydım. Bak şimdi...
“Yaağğğ hocam, ama niye böyle karamsarrr...”

Bak, bak, içimdeki ıssızlığı dindirmek için nerelere sığınmak istiyorum, iki güzel söze muhtacım. Bak gözlerime nasıllar? Hep stada gideyim, hep içeyimmm... Neden sence?

Diyemiyorum.

“Hocam nasıl enerjiksiniz... Nasıl tatlısınız...”

Enerji? Ah ah, sen buna enerji mi diyorsun? Ah benim canım, köpüren taşan bir şeydim ben; türüm bile tanımlanamamıştı. “Ah, teşekkürler, o senin güzel görüşün...” Kibar ol miso, hayvanlığın lüzumu yok.

Hocam aşk, o kişi, doğru kişi, çocuklarımın babası, evimin direği...

Eşşşeeğğin ziki diycem, diyemiyorum.
Ya bi gidin, zamana yenik düşün gelin...


marruu missooo,
seni yaşlı miso,
mal miso...

10 Mayıs 2009

Pislik ve kötü niyetli miso


Aslında kontrollü biriyimdir. Genelde yani. Hani kızsam bile öyle anında tepki vermemeye, biraz iç takımları soğutmaya gayret ederim. Eski ve yaralayıcı tecrübeler işte; insan eğitimi böyle bir şey a dostlar. Evrimi mevrimi.

Ama ilk defa, yani uzundur ilk defa, gerçekten de bu kadar kuvvetli bir şekilde, birine şöyle ağzımı doldurarak GER-Rİ-ZE-KA-LI demek istiyorum. (Çift “r” vurgusuna dikkat; böyle deyince çok daha doyum verici oluyor). Çünkü gerizekalı bence. Ve son derece de içten pazarlıklı. Ve konuşurken insanın yüzüne bakmıyor. Ve... Ve...

Biraz daha yazarsam ayıp sınırını aşıcam (yuh, daha aşacak bi şey kaldı mı misocin? heheh) Ayıp ediyor olabilirim. Olmaya da bilirim (Türkçe bu). Ama bu insanın bizden biri olması beni çok yaralıyor. Hocalardan biri bu yahu! Sosyal veya politik zekası bir yana, mesleki bilgisi bile allaha emanet. Nasıl alındı bu geçen sene ya! Nasssıılll?

Az kaldı misocino (böyleler çıkınca kendimi bi seviyorum, bi seviyorum anlatamam; misocino da şımartma şeysi), sabret, yalnızca 4-5 hafta daha aynı odada olacaksınız. Sonra bitiyor.

marruu pıhhhh