Eşim yurt dışında; akşam dersten sonra oğlanı ben alıyorum. Dersim 6.30'da bittikten sonra fırlayıp çocuğu almaya gidiyorum. O saatte bizim oğlan ve bir kaç velet daha kalıyorlar. Orada çok mutlu biliyorum, ama yine de beş dakika erken gitmek bile benim için önemli oluyor. Oğlanı beş dakika erken almayı kâr sayıyorum.
Bugün de öğrencileri 10 dakika erken bırakıp fırladım. Okuldan çıkarken hafif çişim vardı ama tuvalete gitmedim; sonuçta ev 10 dakikalık mesafede. Derse de erken başlarım, oğlanı da alırım erkenden, dışarıda yemek yeriz mis gibi, keyif yaparız. Bunlar tabi o anki fantazilerim. Gün hüsranla bitti.
Papa Ankara'da ya... Saat 4.20. Papa'nın Diyanet'e gelişi 5.00 olacak. NTV radyoyu dinliyorum ama yol kapatma haberi henüz yok. Okulun arka kapısından çıkamadım. Hoop ön kapıya döndüm. Oraya da yol vermiyorlar. Eskişehir yolunun kapalı olduğunu orada öğreniyorum zaten. En arka kapıdan çıkayım diyorum. Gözüm hala saatte; erken gidicem ya güya. Söğütözüne varmadan trafik tıkanıyor. Saat 4.37. Eyvah filan derken her yer kilitleniyor. Kilitlenmemesi imkansız; NTV radyodan Eskişehir yolu, Konya yolu ve Turan Güneş bulvarının kapalı olduğunu öğreniyorum. (Bu yollar etrafımdaki yolların adları, ben de yüzlerce aracın ortasında duran zavallı insan) Sakin ol diyorum kendi kendime ama sakin olmak mümkün değil çünkü çok sıkışmış durumdayım. (Bu arada turkcell telefonumun şarjı bitiyor ama son anda dersimi iptal ediyorum. Avea'm da öldü ölecek. Can çekişiyor) Ne diyordum? Ha çişim. Çıldırıcam. Başka şeyler düşünmeye çalışıyorum ama mümkün değil. Artık saat 6.00. Bitmek üzereyim. Mesanemin neden olduğu ağrı kasıklarımı çoktan aşmış durumda; debriyaja basamıyorum. (Hoş, zaten basmak da gerekmiyor, kontak kapalı oturuyoruz 1.5 saattir.) Etrafımdaki arabalardan insanlar aşağıya inmiş sohbet ediyorlar. Sohbetlerin yarısı Papa'nın götü, diğer yarısı da anası ve avradı eksenli. Tamamen katılıyorum ama fiziksel olarak yapamayacağımın da farkındayım. Sonra sol tarafta bir yer gözüme ilişiyor. Adamlardan biri gidip biri geliyor ve bir şeyin dibine işeyip duruyorlar. Ağlamak istiyorum. Çünkü bayılıcam artık, gerçekten de canım yanıyor. İlk defa erkek olmadığıma lanet ediyorum. İnip işemek dert değil, yapmadığım şey hiç değil ama etrafta binlerce insan var, herkesin farları yanıyor. Birilerinden yardım istesem diye düşünüyorum; gidecek bir yer bile yok.
Tükeniyorum. Arabadaki migros poşetini altıma seriyorum. Atkımı altıma alıyorum. Ve işemeye başlıyorum. Ilık ılık. Kasıklarım sızlıyor; bu kadar tutulur mu kardeşim, canımın acısından ağlamaya başlıyorum ama ağlamamalıyım çünkü yavaş yavaş işemem gerekiyor. Kontrollü. Araba ıslanırsa rezalet olur; kokusu aylarca geçmez. Pantolonum ıslandı, koyu rengi karanlıkta bile seçiliyor. Atkıyı yokluyorum; o da sırılsıklam. Aylardır işemiyor gibiyim. Sonra üşüme geliyor. Gerçekten üşümeye başlarsam araba kullanamam. Ayakkabılarımı çözüp pantolonumu sıyırıp çıkartıyorum. Ayakkabılarımı tekrar giyiyorum ve montumu kucağıma alıyorum. Etrafta bir tek kadın bile yok. Birileri görüp saldırsa suçlusu ben olurum, yemin ediyorum basın beni aforoz eder. "Arabada donla oturan kadına 35 kişi saldırdı. Hayır, donla oturma nedeni ne olabilir? Hanfendi aranıyor muydunuz? Nınınını"
Trafik bir şekilde açıldı. Ben Eskişehir yoluna sapmaktan vazgeçtim, başka bir yol aramaya başladım. İki kere kaybolduktan sonra bildiğim arka yola çıkıp yedide kreşe vardım. Başka çocukların da beklediğini görünce sevindim. Yoldan zaten aramıştım, biliyorlardı. Ama halim perişan. Üzerimde fermuarı boynuma kadar çekili montum (allahtan boyu dizlerimin bir karış üzerine kadar uzanıyor) ama altım çıplak. Spor pabuçlarım, çoraplarım ve bemmmbeyaz bacaklarımla Kasım sonunda çocuğunu kreşten almaya giden bir manyak gibi görünüyorum. Ilgaz'ın öğretmeni ve kreş müdürü bacaklarıma bakıyor doğal olarak. (Ben olsam, ateş mi bastı filan diye düşünürüm herhalde, "hatun kudurmuş, ateşi başına vurmuş") Arabada bir kaza oldu da, diyorum zavallı bir şekilde. Ilgaz dışarıda yemek yemek istiyor ama ben gerçekten de bitmiş durumdayım. "Annecim, sana bir şey söyliycem ama kimseye söyleme, söz mü?" diyorum. Peki diyor. Olayı iki cümlede özetliyorum ve neden eve gitmek istediğimi anlatıyorum. Kabul ediyor (canım kuzu). Babama anlatabilir miyim? diyor. Tabi diyorum; ondan önce ben anlatıcam zaten.
Eve geldiğimden beri 15 dakikada bir tuvalete gittim. Sürekli ellerimi yıkadım. Sinirlerim bozuldu resmen. Sakinleştirici bir ilaç olsa hiç düşünmeden alıcam ama yok. Neyse, Smirnoff iyi geldi. Biraz daha içersem güzel miso olucam yine. Sonra da vurup kafayı yatıcam.
Nefret ettim. Papa'dan, çözümü bütün yolları kapatmakta bulan Emniyet'ten, kıçımı açmadan işeyemediğim için kadınlığımdan, beş dakikamı ayırıp tuvalete gitmediğim için aceleciliğimden...
Şu anda çok garip hissediyorum kendimi. Sanki ben değilmişim gibi. Üzerime işemek uzundur yaşamadığım bir şeydi, ondan galiba. Yarın daha iyi olurum herhalde.
:/