Öğrenciyken herşey çok farklıydı. Kuruş kuruş hesap kitap filan. Hatta mezun olduktan sonra gurur yapıp zil parasız kaldığım anlar olmuştu. O kadar ki, bulduğum özel derse yürüyerek giderdim bazen. Şimdi ne kadar uzak geliyor. O zamanlar konuşurduk, ya param olsa da şunu hayatta almam, yok ya param olsa bile girip şurada yemek yemem. Mal mıyım, kaz mıyım kazıklanayım? Şimdi o günlerin üzerinden çook uzun zaman geçmiş; yapmam dediklerimi yapıyorum. Hatta kuzen beni dışarıya davet ettiğinde dalgasını bile geçti. Bak bu gece seni Kuki'ye götürücem dedi. O ne be? oldu benim tepkim. (Valla bana farklı bir şey anımsattı kuki lafı. Evet, biliyorum, içim kötü, çürümüşüm hatta:)) Arjantin caddesinde bir caféymiş efendim.
Neyse, arabasız indim şehre. İki araba olmayalım dedi kuzen. Yani otobüsle indim. Yolda okurum diye kitabımı aldım yanıma. Ama ne mümkün? Otobüs benim gittiğimden daha kısa sürede vardı Kızılay'a. Ve her durakta durarak... Beşinci dakikada bulanmaya başlayan midem, onuncu dakikada beni çaputa çevirdi; bembeyaz bir suratla, vücudumun istisnasız her yeri ter içinde kalarak ve kusmamaya çalışarak tamamladım yolculuğu. Gerçekten korkunç görünüyor olmalıydım; Meşrutiyet caddesinde otobüsten indiğimde kuyruktaki insanların hepsi bana baktı. Uzun bir yürüyüş iyi geldi ama, tabi kusmamayı başarmanın zafer duygusu da vardı. Sonra taksi ve Karum. İnsanlar çok enteresan. Daha doğrusu erkekler. Ne zaman makyajlı ve düzgün kıyafetli olsam bunu gözlüyorum. Üzerimdekilerin şıklığı ve suratımdaki boyanın kerametiyle aniden "hanımefendi" oluveriyorum. Ve öyle muamele görüyorum. (Burada bunu hissetmem o adamları kaz konumuna sokuyor çünkü ben yine aynı benim aslında. hehe)
Karumda buluştuk ve Kuki'ye gittik. Nedir kardeşim bu yahu? Bir tabak yemek minimum 23 milyon. Yemeklerin isimleri asortikleştikçe fiyatlar da artıyor haliyle. Ben anlamadığım şeyi yemem zihniyetiyle salata yedim. Kuzen zaten varillikten insanlığa terfi etmeye çalıştığı için o da salata istedi. Benim salatamda görüntüsü ve tadı bildiğiniz beyaz silgiye benzer, peynir olduğunu tahmin ettiğim dört adet şey vardı. Bir de tavuk parçaları ve tabi yeşillikler. Oradan çıktık Starbucks'da kahve içtik. Etraf şugi kız kaynıyordu ve hepsi birbirinin aynıydı. Sarı saçlar, bronz tenler, yanlış botokstan kapanamıyormuş gibi hafif aralık duran dudaklar (botoks olamaz, çok gençler, daha ben bile yaptırmadım), kıçlarından her an aşağıya süzülecek gibi durup etraftaki dallamalara ümit veren kotlar ve minicik memişleri sergileyen boncuklu penye bluzlar. Neyse, oradan çıktık, kuzen hala kararlı beni yedirip içirmeye, oysa ben orada white chocolate mokka zımbırtısından içmişim, şekeri başıma vurmuş inliyorum, haydi dedi Gloria Jeans'e gidelim. Ben artık bir şey yiyemem, içemem dedim ama dinletemedim. İyi ki de dinletememişim, Tunalı D&R'ın en üst katında nefis bir yer. Harika bir servis, süper kaliteli garsonlar ve muhteşem bir manzara. Bütün bunlar fiyatlara yansımış tabi, ama yaz bitmeden bir kere daha gidilmeli bence. Bu arada kuzenin söylediği makiyato diye okunan bir kahve içtik. Kahve değil zehir mübarek, bir yudum makiyato, üç yudum su şeklinde tamamladık olayı.
Kuzen beni eve bırakırken karnımda bir hareketlenme, efendime söyleyeyim basınçta olağandışı bir yükseliş gözlendi. Kendimi tuvalete zor attım. O Kuki zkinin salatası ya da silgi peynirleri motoru öyle bir bozmuş ki, grizu halt etmiş, öyle bir infilak oldu. Ve işin en kötü yanı komşuların başına bu tarz bir şey geldiğinde ben duyuyorum ve gülüyorum. Evet, alenen gülüyorum. Bu gece, gecenin sessizliğinin de sağladığı avantajla muhtemelen üst ve alt iki kat olaya bizzat tanıklık edebilecek durumdadır.
Yarın Kuki'yi aramalı. Bir de tabi komşulara uğrayıp özür dilemek lazım. "Çok pardon, dün geceki sesler benden çıktı. Ekükü"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder