28 Aralık 2007

Çok olmuş uğramayalı


Bir hayli olmuş yazmayalı. Aslında kafamda hep bir takım şeyler var, ama bir türlü yazamadım. Neden? Anlamadım da. Böyle geçip gitti işte günler.

Bayram geçti önce. Sevdiğim sevmediğim ve hatta tanımadığım bir sürü insanla öpüştüğüm bir bayram oldu yine. Et kokulu evlere girdik, rahatsız bir şekilde ayrıldım ben çoğundan. Eşimin ailesini uzun süre önce ikna ettiğimiz için onlar bağış yaptı sağolsunlar; ev güvenli bir ortamdı bizler için. Ama o kadar kişiyle öpüşmenin bedeli ciddi bir grip oldu. Ateşli terlemeli filan. Burun içi ahali hala beni terketmiyor ama en azından ateş bitti. Ilgaz da garip bir şekilde yırttı, gelgit nezle şeklinde atlattı.

Bayramda Burcu buradaydı. Bizim gittiğimiz gün geldiler. Neyse, cumadan dönebildik Ankara’ya. Çıktık bir gece, iyi geldi. Buralarda olduğunu bilmek bile iyi geliyor aslında. Aynam o benim. Birbirimizin ne hissettiğini bile anlıyoruz. Konuşmaya gerek yok, bakmak yetiyor onunla.

Okul için hazırladığım telafi sınavını teslim ettim. Üç kere geri döndü. “Şuraya da şöyle yazalım misocuğum, burayı böyle diyelim misocuğum. Sen ne dersin?” Misocuğuna da sana da. Ben diyeceğimi demişim, sen de alternatif getiriyorsun. Yaz o zaman yahu; elli kere çıktı al, mail at, bak, düzelt bilmem ne. Bir sürü fuzuli iş. Gelecek dönem almayacağım bu görevi. Sıktı, bayılttı.

Gulşad’cığımla ufak bir gerilim yaşandı. Telefon faturası 65 lira gelince “lütfen evden cep telefonunu arama, cep telefonundan ara, bak çok pahalı oluyor,” dememize bozuldu. Söylememeli miydik anlamadım? Çok da yumuşak söyledik ama. İki gündür hafif bir don yağına bulgur pilavı modu var evde. Yavaş yavaş çözülüyor ekselanslarının buzları.

Ufak ufak yoğunluğum azalıyor sanırım. Bugün Ilgaz’ı okuldan alabildim mesela. İyi geldi, tip arkaya oturup vır vır konuşup duruyor, konudan konuya atlıyor, ben konuyla ilgili bir şey sorduğumda kafasında başka bir şey varsa hiç sallamadan o konuya geçiş yapıyor falan filan. Komik bebe, dönüp yanaklara dalasım geliyor.

Yazayım ben böyle yahu, bu da iyi geliyor.

marruu

10 Aralık 2007

Sen kimi kurtarıyorsun Miso?


Göksu’ya gittik yine. (Ya ben galiba bir yirmi yıl sonra size Bakırköy’den yazıcam; ne yapayım, çok seviyorum içmeyi. Bir de tabi kamuoyu araştırması yapıyorum sıkça. Bakıyorum benden sık ve fazla içenler de var, hoooop, Göksu’ya zıplayıveriyorum akabinde) Bu sefer iki arkadaşımızla gittik. 2000 yılında evlendiler. Yaklaşık bir buçuk senedir de ufak çaplı zelzeleler yaşıyorlar. Çok sık görüşmesek de biliyorum hikayeyi.

Oğlan benim eski arkadaşım. Gençlikten. Ta liseden, öyle söyleyeyim. Lisedeyken taşınmışlardı “mahalle”ye. Çok hoş biriydi; şimdiki gibi sürekli kilosundan şikayet ederek gezmiyordu. Hoş, uzundur o gençliğimizdeki gibi de değil. Çok okumazdı, ama bilirdi. Konuşacak bir şeylerimiz olurdu hep. “Mahalle” güvenli bir yerdi, yan mahalle yoktu delikanlılarıyla dövüşülecek. Geceleri dışarı çıkar otururduk. Öyle içme-kusma seansları olmazdı. Yürüyüşe çıkan aileler adam gibi oturduğumuzu görüp içleri rahat bırakırlardı bizi dışarıya.

Bu arkadaşla da hep “arkadaş”tık. Hep bir hayranlığım vardı gerçi; interrail hikayelerine, o özgürlüğüne, sevgilisinin gelip ailesi evdeyken onlarda kalabilmesine, adam gibi oturup film izleyebilmemize. O da bana karşı öyleydi. Böyle dayanılmaz bir kadınsılık zaten uzağımdan bile geçmedi hiç bir zaman; ama başka bir şehirde okuyor olmam, şimdi komik ve sığ görünse de o zamanlar bütün kızlar utangaç’ı, cici-kız’ı oynarken benim bunlarla takılabilmem, zaman zaman içebilmem filan belki farklı bir şeyler yaratmıştı. Nasıl başardık bilmiyorum, ama bu arkadaşlığı hiç bozmadık, hiç saçmalamadık.

Şimdi farklı biri olmuş. Üç ay öncesinden bile farklı. Ve yapayalnız bir çocuk gibi. Geçenlerde kuzenimle yemeğe çıkmışlar. “D. boşanmak istiyor ama ben istemiyorum,” demiş. “Tehdit ettim, oğlanı vermem diye korkuttum, şimdilik bir şey söylemiyor, ama korkuyorum,” demiş. O kadar çaresiz ki, saçmalık örgüsü ha babam, de babam devam ediyor. Yemek boyunca da karşılıklı yapılan en ufak espriden bile alınmalar, sen çaktın-ben daha çok çaktım laf karşılamaları filan...

Yemeğe çıkmadan önce “kurtarabilir miyiz acaba” diye düşünüyorduk evin beyiyle. Kurtaracak bir şey pek kalmamış ne yazık ki. Beraber yaşamayı becerememişler, çok yormuşlar birbirlerini, bir o kadar da tüketmişler.

AŞK ve TUTKU üzerine yazacak bir kamyon şey var tabi, ama bir o kadar da susulması gereken bir konu oldu. Yaş itibariyle sanırım. İşin en kötü tarafı, bu kadar saldırgan ve bıkkın iki insanın hayatlarına birileri girdiği anda yine bahar çiçekleri gibi açacak olmaları. Tükettiğimiz şey birbirimize dair oluyor ne yazık ki, birbirimizin kapılarını çarpıyoruz suratlara. Dışarıya hep açık olan başka kapılar var; biz bilmesek de, farkında olmasak da varlar.

Aslolan, bitirmeden yaşamayı becerebilmek. En tehlikeli kumar da çocuk üzerine oynananı. Asla yapılmaması gereken.

marruu

1 Aralık 2007

Bakamazzz


Geçen Cumartesi akşamı Vatan Bilgisayar’a uğradık evin beyiyle. Söğütözü’nde devasa bir elektronik dükkanı. (Bu konularla o kadar alakasızım ki, bu tür yerlere dükkan derken garip geliyor, mağazayı da pek yakıştıramıyorum, başka bir adı varmış gibi hissediyorum). Vatan’da bir Finansbank şubesi var. Eşimin kredi kartı bilgilerinde bir eksik varmış, onu tamamlamaya gittik. İçeri bir girdik ki, cehennemi bir kalabalık. Kasada neredeyse 30 kişilik bir sıra. Meğer laptoplardan birinde yaklaşık 500 liralık bir indirim yapmışlar. Aynı sıra her reyonda var gibi; dükkaninsna kaynıyor. İçim sıkıl sıkıl, mızımam an meselesi. Neyse, aşağıya indik, Finanskız’ın önünde de bir grup insan. Finanskart’la bu satılan zımbırtılara bilmem kaç taksit yapıldığı için herkes kart almaya çalışıyor. Kızın masasının 1.5 metre ötesindeki sandalyelerden birine oturdum. Eşim de kızın hemen önüne. Beş dakika sonra iki âmâ bey geldi.

“Ee, biz kart alacaktık, form doldurmamıza yardımcı olur musunuz?” dediler kıza. Kızın başını kaşıyacak vakti yok.
“Ben olurum,” diye atladım hemen, aldım adamları masaya. Tam doldurmaya başlayacağım, Finanskız geldi.
“Yalnız işlemleriniz bugün onaylanamaz, bir haftaya ancak gelir kartınız.”
Adam: “Neden? Gözümüz görmüyor diye mi?”
Finanskız: “Eeee, genel merkezimiz, hebe, gübeee...”
Miso: “Nasıl yani? Herkese hemen kart veriliyor diye biliyorum ben. Yanlış mı biliyorum?”
Finanskız: “Şey, cvkafgakfjavn.., + sorunun cevabı olmayan bir sürü kelime...”

O sırada Finanskızın masasında sırasını bekleyen bir kadın, “bakar mısınız, pardon?” diye çemkirdi. Ben zaten içimden yükselip boğazımda bekleyen höykürmeyi bastırmaya uğraşıyorum, uygulanan çifte standarttan midem bulanmış, kadına şööyle bir baktım. Anlasın diye. En mermer suratımla. “Bir saattir onay bekliyoruz, bakar mısınız?” deyiverdi yine. (Onayı da genel merkezden bekliyor moron, kızın yapacağı hiç bir şey yok). “Bakamazzzz” diye bağırıverdim. “Biraz daha bekleyin siz.” Kadın hala bir şeyler diyor, ama onunla uğraşacak vakit yok. “Anlamadı hala, anlamıyor yahu” diyebildim sadece. Herkese 1.5 saatte kredi kartı veren bu Finansbank’ın böyle bir ayrımcılık yapıp yapmadığını öğrenmeye çalışabildim ancak. (Hala da öğrenemedim) Finanskız’a da hiç bir şey diyemedim. O kadar iyi niyetli ve hanımefendiydi ki.

Sonuç: Finansbank bu adamlara anında kredi kartı vermiyormuş. Neden? Genel merkezimizin.... Adamlar kartı alamadı, ben bakar mısınız kadınını paralayamadım, Finanskız’la tartışamadım...

Boğazım düğüm kaldı.

marruu