18 Kasım 2010

Ev benimdi...

İlk gün sabah derse gittim. Sonra babamı dışarı çıkardım. Gece de sınavı hazırlayıp bitirdim. Bir bölüm dışında yani; umduğumdan uzun sürdü çünkü. Ama olsun. Sakindim. Ev sessizdi, ev benimdi, ve kedinin.

İkinci gün derslerden birinin notunu yüzde otuz etkileyecek ödevi yazmaya başladım. Asistan 10 makale okusan yeter demişti, ama yetmiyor işte. Bilmiyorum ki, yirmiye ulaştım galiba. Bu gidişle de yaz yaz bitmeyecek. Ama olsun. Başka bir şey yapmam gerekmiyor evde. Yalnızım. Arada bir şeyler yemek için kalkıyorum. Sonra tekrar işin başındayım.

Üçüncü gün ‘Marxist feministler ne demiş, kimleri nasıl eleştirmiş, nelere ne çözümler getirmiş, diğerleri onlara ne demiş, kimileri de artık terbiyesizce eleştirmiş’leri öğrendim. Üzerine de ne anladığımı gösteren bir rapor yazdım. Böyle bitti gün, zira yüz yirmi sayfaydı makaleler toplamda, yerimden son kez kalktığımda başım döndü, midem bulandı. Ama olsun, kediye baktım, o bana baktı, hafifçe yerinden doğruldu. Gel dedim, geldi. Gidip yattık.

Bugün sınavın kalanını bitirip yolladım. Ödevin çıtır olmuş bir iki yeri vardı, onları çözdüm, sevindim. Geri kalanını nasıl yapacağımı düşündüm, bir çözüm bulduğuma inandım. Rahatladım. Ev hala benim. Çok çok sakinim. Bir tür delilik hali gibi.

O kadar mutlu bir bayramdı ki bu... O kadar sakin, sessiz ve huzurlu. Hava kararmaya başlayınca tepe lambalarına hiç yüz vermeden hep abajurları yakarak... Her daim kokulu mumlar eşliğinde... Kimi zaman müzik bile açmadan, yalnızca evin sesini dinleyerek... Önümdeki kağıtlardan birini kaldırıp diğerini okuyarak... Arada bir gidip kedinin kulağını gıdısını öpüp okşayarak... Kendimi, sakinliğimi düşünüp, yapmak istediğim şeyi yaptığım için duyduğum sevinci tadarak...

Arafta kaldım.

Kalbim çok parça...

marruu