Sözcüklerle başım dertte. Anlaşamıyoruz biz; sanırım yanlış olanları seçiyorum hep. Ya da yanlış olanlar daha bir kurnaz, daha bir atak; öne geçiveriyorlar olmayacak yerde bir çocuk rahatlığı ve küstahlığıyla göğüslerini gere gere, ne olacak bunun sonu diye düşünmeden, düşünmeye zahmet bile etmeden. Evet evet, bildiğimiz küstahlık bu.
Aslında bu yeni bir şey değil; hep öyleydi. Gerçi ben zamanla törpülendiğimi düşünüyordum, bir takım mekanizmalar kurarak gemleme çalışmaları yapıyordum uzun zamandır, ama bir an geliyor ve engel olmak mümkün olmuyor işte. Sonra? Sonrası kötü. Gerçekten sevdiğim, gerçekten yanımda yöremde olmasını istediğim insanı/insanları üzüyorum, yaralıyorum. Tamam, doğru söylemiş olabilirim ama değdi mi? Yok miso, değmedi. Bu işler böyle olmuyor. Bu işin dürüstlükle hiç bir alakası yok.
İşin kötüsü hiç bir işe de yaramıyor. Ben söylemek istediğimi anlatamıyorum: benim söylediğim açıdan bakıp ne düşündüğümü anlamasını sağlayamıyorum. Karşıdaki direk kişisel algılıyor ve aramızda bir tür sevgi yoksunluğu olduğunu düşünüyor.
İşin daha kötüsü: Herkes kendince haklı.
İşin en kötüsü: Tekrar konuşmak mümkün olmuyor. Çünkü bu müsibet sözcükler başka diyarlara akıp gidiyor. Çoğu kez konuşurken yazmayı düşünmüşümdür; çünkü laf lafı açıyor ve bambaşka yerlere gidiliyor. Oysa söylenmek istenen kaç şey olabilir ki? Onlar söylense, onlar üzerinden konuşulsa. İki tarafın da “onlar”ı dinlense, üzerinde anlaşılsa... Ne yazık ki bu da olmuyor hiç bir zaman.
Böyle işte. Diyorum ya, başım dertte. Düzeltemiyorum bir türlü.
Düzeltemeyeceğim de. Biliyorum.