15 Mayıs 2008

Anneler günü ertesi


Biter mi bu konu? Bitmez. Söylemedi demeyin. İçimde kalmasın, yazayım.

Haksızlık etmek değil bu aslında. Cidden. Bütün samimiyetimle söylüyorum. Timsah gözyaşları da değil. Ya da dikkat çekmek. Yok yok miso, sen süper bir annesin, sin sin sin...

Bu annelik bende enteresan etkiler yaptı. Farklı noktalardan sorgular oldum, farklı noktalardan eğilip büküldüm, bazı konularda daha bir toleranslı, diğerlerinde ise taşoğlu taş oldum.

Nasıl bir anneyim? İyiyim, iyiyim. Kendi gözümde bile sınıfı geçiyorum. (Ki bravoyum bu noktada, çakarım hemen kendime çünkü, bir kendimi affetmem öyle kolay kolay. Yılların hesaplarını veremez hallere düşerim bazen; ipe sapa gelmeyen olaylardan döküp döküp attıramadığım pamuk-yün liflerine dönmüş hesaplarım var. Neredeyse ilkokuldan diycem yalan olacak; ama var çok uzaklardan) Tüm dünyam Ilgaz efendi oldu. Ne yedi, ne içti, ne giydi, iyi mi, hoş mu, mutlu mu, huzurlu mu, içinde hıdır var mı, varsa giderildi mi... Radarlar hep açık, gözüm hep üzerinde. Kalbim hep onda, canım o, canım o.

Bi dakka. Pardon. Bazen bağırıyor muyum? Ufff, ben bile korkuyorum çığlara davet sesimden. Haklı mıyım? Ne yazık ki hep değil. Bazen bir fırça... Ya ne yaptı çocuk? Buna mı anırdın bu kadar hayvan miso? İşte nefret ediyorum kendimden o anda. Ve sonrası anlarda. Ve yapıyorum kardeşim ben bunu, içimdeki öfke cinleri ben daha tutamadan o kocaman ağzımdan akıp gitmiş oluyor. Nefret miso, kahrol. Niye yapıyorsun? Yorgunluk mu? Yorulmaaaa. Başka bir sıkıntı mı? Gideeer. Yok yahu, bahane bulma, kişilik işte. Biliyorum.

Ve biliyorum, Ilgaz bunun hesabını tutmuyor. Ilgaz o gece yatıp, ya ne manyak bu da, yine niye bağırdı demiyor. Ama biliyorum ki çocuğun içinde bir yerleri didikleyip duruyor benim bu işim. Ve sayamayacağım daha bir çok farklı işlerim. Belki de farkında bile olmadığım. Ama onu didikleyip duruyor. Bir gün anlayacak. Dökecek hesapları. Önce kendine.

Biliyorum çünkü var benim de hala gideremediğim hesaplarım annemle. Örneğin kağıt oyunundan nefret ederim ben. Konken masalarında büyüdüm çünkü. Rolans, sür, sür-rolans... (sonuncu sokar adama) O kadınlardan, o adamlardan, annemden ve özellikle annemden, gece sabahlara kadar gelen seslerden, sigara kokularından, başkalarının evlerinden sabaha karşı beşte dönerken arabalarda Burcu’yla birbirimize sokulup titremelerden... Nefffretttt ettim. Yıllarca. Yıllarca sesli-sessiz yalvardım bu iş bitsin diye. Olmadı, olamadı. Yani annem öyle bir kağıt oynar ki kardeşim, 500 yaşına kadar yaşasa Alzheimer olmaz, o kadar bir kağıt mağıt sayar yani. Saydığı her kağıt da nefretimi o kadar katmerlendirir.

Ilgaz bey? Dökül bakalım efendi paşa, ben-biz neler yapıyoruz acaba seni nefret ettirecek? Kaçınılmaz olan bu işte, bu yüzden bu kadar korkum, sinirim, sıkıntım. Yoksa azami dikkat ve sevgi tabi var.

Anneme sor, o da bunu iddia ediyor. En acıtanı da bu zaten.

Veremeyeceğim cevaplar.

marruu

11 Mayıs 2008

Günümüz

Ben biliyorum ki bazen bu işi hiç beceremiyorum.
Bütün iyi niyetime rağmen, bütün çabama rağmen.
Ya cidden uğraşıp duruyorum aslında ama bazen olmuyor işte.
Kendimi Ilgaz’ın yerine koyuyorum ve “ya ne iğrençsin sen,” diyorum kendi kendime.
Ama dönüp baktığımda yine aynı şeyi yapıvermiş oluyorum.
Yine.

Bir gün aklı başına gelip sorgu-sual yapmaya başlayınca...
Neler düşünecek hiç bilmiyorum.
Öğrenmek ister miyim?
Pek sanmıyorum.
Ama bundan da emin değilim.

Ilgaz’ın bilmesini istediğim tek şey gerçekten çaba gösterdiğim.
Hayattaki her şeyi onun üzerine kurgularken,
elimde avucumda ne varsa ona doğru uzatırken,
içimdeki “ben”i de biraz korumaya çalıştığım...

Ilgaz, canım,
İyi ki varsın
İyi ki bugün benim de günüm.

Herkesin anneler günü kutlu olsun.

marruu

1 Mayıs 2008

Hocam, bir şey konuşabilir miyiz?

“Hocam.”
“Efendim karizma beğ.”
(Gülüyor ağzını eğerek. Allahım, ne karizmatik bir çocuk, ne ağır abi bu böyle. Bir yandan öyle geliyor, bir yandan da komik. Bu kadar genç yaşta sığınılan bu karizmanın biraz da komik ötesi-gülünç bir yanı yok mudur? Üzerine büyük gelen bir ceket gibi...)
“Hocaaam...”
Laf niye uzuyor anlamıyorum. Yüzüne bakıyorum. Var bir karın ağrısı ama dur bakalım.
“Söyle ...cım.”
“Hocam sizinle bir şey konuşmak istiyorum ben.”
“Konuşalım tabi, söyle.”
Çatlıycam artık. Gözünün en içine bakıyorum. Çabuk, çabuk söyle diycem utanmasam.
“Hocam ben çok kötüyüm.”
Hoppalaaa. “Neyin var ...cım?”
“Hocam ben okulu bırakıp askere gidicem galiba.”
Öğğğğ. Neee? “Dur bakalım, nereden çıktı şimdi bu? Evde filan mı bir sıkıntı var?”
“Yok hocam. Ne bir şey yapabiliyorum, ne ders dinleyebiliyorum. Çok kötüyüm hocam.”
Ayy, aşık olmuş bu salak. Heheh.
Bir süre konuşmadan birbirimize bakıyoruz. Ben gülümsemeye başlıyorum. O da gülümsüyor. “Ümitsiz mi?”
“Hem nasıl hocam.”
“Konuştun mu kendisiyle?”
“Evet hocam.” (Aaa, bunu hiç beklemiyordum. Ağır abi ya bu... Demek değilmiş.)
“...cım, bak şimdi beni dinle. Okulu bırakmak büyük delilik olur. Bir daha o kadar dersane hamallığı çekebilir misin? Hem geldiğinde çoluk çocuğa kalırsın. Biraz zaman tanı, düzeleceksin, emin ol.”
Bakma çocum yüzüme bön bön. Tek kaz sen misin? Bak karşında gelmiş geçmiş en şanlı kaz duruyor. Heheh.
“Hepimizin başına geldi inan. Ve iyileşiyor insan bir süre sonra.”
“Diyosunuz...”
Ya bu ilk defa aşık olmuş galiba.
“Valla bak. Hepimiz yaşadık, yemeden içmeden kesildik. Sonra da kediler gibi kendi kendimizi iyileştirdik. Hem memlekette hatun kıtlığı mı var? Allllaalllaa.”
Gülüyor. “Bana biraz ödev durumlarından müsamaha gösterir misiniz?”
“Tabi gösteririm. Hadi sen yaralarını sar.”

Bu konuşmayı yapalı iki hafta filan oldu. Şimdi çok daha iyi tip. Ödev yapmaya başladı. Yine ağzını eğip gülüyor. Bir de not yazmış bana. “Şimdi daha iyiyim. Hala tam iyileşemedim ama çabalıyorum. Alakanızdan ötürü teşekkür ederim.” Ufff, laflar da çok karizmatik. Cidden üzülüyorum. O kadar içten yaşıyor ki. Bu ağır abiler de hep böyle daha bir şamar etkisiyle yaşıyorlar. Tespitim budur.

marruu