25 Ocak 2009

Barselona


Filmi yazmayacağım. Seyrettim ama; ve hiç üzerime alınmadan, gerçekten dışarıdan gözlerle bakarak çok eğlendim. Özellikle de Penelope Cruz’la. (Konuştuğum bir çok insan, "o ne öyle ya, többeeeğ" filan gibi tepkiler verdi.) Neyse, filmi şimdi yazamam; çok işim var çoookk.

İşim şu: 24:30 otobüsüne binip İstanbul’a gitmek.
İstanbul’da inince taksiye atlayıp “Çek Atatürk havalimanı dış hatlara,” demek.
Dış hatlarda inip Burcu’yla buluşmak.
Ve 9:30 uçağıyla Barselona’ya uçmak.

Ey dostlar, şen dostlar
Umuyorum ki hiç bir aksilik olmadan gideceğiz
Ve çok eğleneceğiz

Ve belki de geri dönmeyeceğiz :)

heheheheh

marruuu


20 Ocak 2009

Gaflet ve boş işler profüsürleri


Yemekhaneye aşağıdan girmiştim gazete almak için. Yukarıdaki hoca yemekhanesine çıkarken öğrencilerin “J a n d a r m a de-fol!” diye slogan attıklarını duydum. Görmeye çalıştım ama pek birilerini de göremedim. Tarih yalnızca Hrant Dink’i gösteriyordu, dışarıda eylem filan da olmamıştı. Anlam veremedim. Küçük bir grup herhalde duymadığım bir şeyi protesto ediyor diye düşündüm.

Yarım saat sonra yemekten çıktığımda yemekhanenin çevresini j a n d a r m a n ı n sarmış olduğunu gördüm. Allah allah, yukarıya da hiç ses gelmemişti. Başka bir şey de görünmüyordu; yine anlamadım.

Bugün çocuklar anlattı. Öğrenciler stand açmış, gazete satıyormuş. Ne gazetesi olduğunu bilmiyorum, yüzde yüz sol eğilimli bir yayındır ama. Hocalardan biri, “şuradaki adam fotoğrafınızı çekiyor,” diye öğrencileri uyarmış. Çocuklar da cep telefonuyla fotoğraf çekeni yakalamışlar. Ne yapıyorsun, hiiiç, fotoğraf mı çekiyorsun, yoooğğğğ, kimsin, yemekhane görevlisiyimmmmm, gel bakalım... diyerekten alıp yemekhaneye götürmüşler. Yemekhanedekiler de biz tanımıyoruz deyivermişler. Adamın üzerinden iki sahte kimlik çıkmış. Cep telefonundan ise çocukların fotoğrafları ve bir sürü asker telefonu. Bir de o anda “öğrenciler stand açtı, gidecek misin?” diyen bir mesaj gelmesin mi? (Hemen kendisine bahtsız bedevi şilti takdim edilmiş.) Çocuklar tabi öfkeden kudurmuş. Rektör yardımcısı gelip olaya el koymuş, zabıt tutulmuş filan. Çocuklar adama hiç bir zarar vermeden dağılmışlar. Ama olay esnasında okul robota dönmüş kasklı, zırhlı adamlarla dolmuş.

Yaa, işte böyle. Yani çocuklar yasadışı ne yapıyormuş ben anlamadım. Adam neden bu kadar keklikmiş, onu hiç anlamadım. Çocukların nasıl olup da sükuneti koruduklarına da aklım ermedi; ama olayın en sevindirici yanı buydu bence.

Biraz da komik geldi bana. Hani şimdi adamcağızın karizma durumları filan. Eeeğğ, bennn, aşçıyım ben, hobim bu foto moto...

heheh

marruu


8 Ocak 2009

Yoksun adamlar


Başka şehirde okumak zordu bana. Evet özgürdüm, hesap kitap kendimeydi çoğu zaman; ama zordu işte. Yurtta kalmak da öyle. Yollarda sürünmedim okula gidip gelmek için; ki İstanbul söz konusu olduğunda bu inanılmaz bir hediyedir insana, ama zordu işte. Eğlenceden, gülmekten çatladığım anlar oldu olmasına da... Bazen kendimi bile görmek istemezken odada 8 kişi olmak zordu.

Eve çıkmak isterdim deli gibi. Şöyle ayağımı uzatayım, istediğim zaman söndüreyim ışığı, arkadaşlar gelsin gitsin... Ah bir de sevgilim olsa, bir de sevgilim gelse... Bize özel, başkasına mahrem her şeye tanık olsa o evim... Miso’nun kuraklığı, ilişkilere dair korkaklığı yüzünden hiç bir sevgiliye tanık olamayan evim de oldu, hiç bir zaman bitmeyecek sandığım aşkımı her bir köşesinde yaşadığım evim de.

Ne kadar mutluydum ben o evde, ne kadar aşıktım. İçim uçuşuyordu sevgiden aşktan. Pastane köşelerinde milletin anlamaz, kınayan bakışlarına maruz kalmadığım için ne kadar şanslıydım. Bu kadar güvenli bir ortamda yaşayabildiğim için sakin sakin, hoyratlığa kaçmadan, incinmeden öğrendim-yaşadım her şeyi. Ve o adamla evlendim ben. Hoş, evlenmesem de o ev yine aynı büyüyle ve güzellikle içimde kalırdı hep; çünkü o ev beni ben yapan yer olmuştu.

Ben çok şanslı bir misoydum işte, çook. O ev hiç bir zaman başıma geçmedi. O evin delik doğalgaz boruları yoktu. Tüpümüz de balkondaydı; başımıza hiç bir şey gelmedi. Gelseydi; bizi evde, salonda iki ayrı koltukta televizyon seyrederken bulsalardı... Ya da bizi yatakta bulsalardı... Ve böyle çirkin ağızlarını doldura doldura, çirkin çirkin konuşsalardı... Yaşadığımız hiç bir şeye saygı duymadan, mutluluğumuzu, bunun kendi tercihimiz olduğunu zerre kadar hesaba katmadan yaftalasalardı... Zaten paramparça olan ailelerimizi bir kere daha yaralasalardı...

O Bilkentli çocuklara yaptılar bunu. Hiç utanmadan hem de. Utanmazlar zaten; bütün yaşadıkları, bütün hesapları diğer dünyaya dair pazarlıklarıdır. Başka hiç bir şeye veya kimseye saygı veya sevgi duymazlar.

Kurak memleketin iğrenç adamlarıdır onlar.

Her şeyden yoksun olan, ve etraflarındaki herkesi aynı yoksunluğa mahkum eden.

marruu