Hayatımın gidişatının nasıl bu denli dış etkenlere bağlı olduğunu görüp şaşırıyorum. Bazen diyebilmek ne kadar rahatlatıcı olurdu şimdi... Oysa sıklıkla demek bile bu dış etkenlerin ağırlığını hafife almak gibi olacak; haksızlık etmeyeyim. Yakışmaz. Aferin miso.
Şimdi bu giriş paragrafından ne kendini sürekli yiyen, huzursuz, iç sorgusu bitmeyen biri olduğum ortaya çıkıyor, değil mi? Evet, ne yazık ki öyleyim. Bunun yorgunluğu da herşeyin cabası zaten. (Bu paragrafı kocaman bir parantez olarak algılayabilir miyiz, lütfen?)
Gelgitlerim bitti gitti diyebilmek ne güzel. Hele de hissedebilmek... Gelgitler biter mi? İniş çıkışların ancak yükseklikleri azalabilir; asla bitmezler, asla, değil mi? Ama bu aralar bu yükseklikler aşağılara çekildi gibi görünüyor. Tamamen dış etkenlerden, yaraları iyileştirecek kadar güçlü dış etkenlerden.
Dış etken bir çok güçlü: Kemanı aldım. Kıvır, A.K ve ben gittik almaya. Yalnız gidemezdim zaten. Nasıl bir heyecan, nasıl bir iç kıpırtısı anlatamam. (Bu arada, yalnız gidemeyeceğimi bildiğim veya yüzleşmesem bile hissettiğim yerlere hep bazı kurbanları sürüklediğimi fark ettim. Blogdaki yazılarımdan farkettim biraz da. Aslında blog öncesinden de var bir iki kurban. Sürüklediğim kurbanların da hep canımın içi olduğunu gördüm. Teşekkürler kurbanlar). Müzikevinin sahibi biz gittiğimizde yoktu. Yanımda götürdüğüm notalardan biraz çaldım; bir kaç hafta önceki etkinin serap olmadığını görmek istedim. Çalmadan önce de değişik bir korku; ya abarttıysam, ya öyle değilse, ya hıdırhıdırdırdır... Yok, her şey o günkü gibiymiş. Sonra beyefendi geldi, biz kemanı alıp çıktık. Kemanın kutusu mor, miso’ya uymayan tek şey o oldu. Olsun, içindekinin yarattığı dalga yeter.
Dış etken iki farklı bir güçlü: Burcu geldi. Pazartesi gecesi babamın emeklilik yemeği var. İşini ayarladı ve gelebildi. Orada olması gereken on kişiden biri de oydu; gelemeseydi kahrolurdum cidden. Hepimiz bir zil-tak-oyna ruh haline girdik. Burcu’nun üzerimde iyileştirici bir etkisi var, huzur verici. Ona baktıkça ve kendimde sinir olduğum ama onda eser bile olmayan huylarımı düşündükçe marrr-gurrr-purrr diye kediler gibi ötesim geliyor. Cumartesi gecesi bir şeyler içmek için evden çıktık ama sis yüzünden bir kilometre sonra geri dönmek zorunda kaldık. Eve mi döndük? Hayır. Mahalle bakkalının önüne çekip arabayı birer bira içtik, hayatımızdaki güzelliklerden konuştuk, özlemlerden, yenemediğimiz gerzekliklerden... Çok seviyorum, çok. Canım Burcu.
Dış etken üç aslında dış etken değil. İki senedir dış mı iç mi karıştırdığım bir hale gelen bir dostluk. Cuma gecesi T,B,Gizmo ve AK bana öğretmenler günü hediyemi verdiler. Elif Şafak’ın Siyah Süt’ü. Bir de dört kedi fotoğrafının olduğu kart albümü. Herkes kendine benzeyen kediyi seçmiş, içine nefis şeyler yazmış. Kimi mırıl mırıl bir kedi bulmuş, kimi sev-beni-sev-beni diyen, kimi şekerleme-lokum gibisini, kimi de mıymız mı mıymız bir kediyi. Dışındaki kediler, içindeki yazılar, kitabın kendisi... Ne diyebilirim ki? Yaralarım işte böyle uçar gider. Teşekkür etmek de yetmez ki...
Sular duruldu bu aralar. Dış etkenlere müteşekkiriz. Bir süre böyle giderse pek bir sevineceğiz.
marruu