8 Kasım 2008

Bu kadarı da “Vicdan”sızlık yani…


Ödül hikayesine çok prim vermem genelde; önemli olan performanstır, değil mi? Yoksa verilen ödüller zaten hiç bir zaman gerçekten öznel olamazlar. İnsan doğası bu; bir filme, bir performansa verilen ödül kişinin kendi algısına bağlı sonuçta. Algı dediğimiz şey de öyle çok uçlu bir şey ki...

Dedim ve derim yine. Ama ödüllere de saygıda kusur etmemeye çalışırım. Oradaki koltuklardaki insanlar herhalde belli bir birikimi, deneyimi, görgüsü olmadan oraya oturmaya cesaret edemezler, yüzleri tutmaz, vardır bir bildikleri diye düşünürüm...

Düşünürüm düşünmesine de... Altın Portakal’ın Nurgül hanıma hangi bağlamda verildiğini de filmi gördüğüm günden beri düşünür dururum. Filme gideli iki hafta oldu, ben hala mongol moddayım. En ufak bir mantık ilişkisi kuramamak insanı cidden çok yoruyor bu bağlamda.

Hani filmde vicdan kavramıyla en ufak bir şey olsa, yine diyeceğim ki bu kadar zor bir kavramı bak nasıl yansıtmışlar. Koca desen Nurgül’le ilişki yaşıyor ama bunun en ufak bir vicdani yükünü taşıyor gibi görünmüyor. “Sevmediğim kadınla evlenmişim, Nurgül’le yaşadıklarımı cümle alem biliyor, karımın da, sevdiğimin de gururunu kırıyorum,” gibi bir muhakeme yaptığı yok. “Topluma karşı iki kadını da küçük düşürüyorum, ne vicdansızım ben,” de demiyor. Daha ziyade damızlık bir boğa gibi. Üzerinde atleti dolanıp duruyor.

Nurgül hanımda da bu kavramdan eser yok. Ve o ne arsızlıktır, o ne cart-cart ses ve hal tavırdır ki, bu kaçıncı filmi seyrettiğim, her bir film boyunca oradaki karakteriyle gerçek insanı ayırt etmekte her seferinde zorlandım desem biraz terbiye sınırlarını aşmış olucam, özür diliyorum şimdiden. Sevdiği adam başkasıyla evlendiği için en küçük bir duygusal sıkıntı yaşamayan, adamın karısıyla arkadaşlık kurarken yüzü bile kızarmayan ya da yönetmen yırtınsa da bunları gösteremeyen bir portre çiziyor filmde. Taş ruhlu- taş kalpli bir kadın. Ve taş suratlı.

Karakterizasyonun zayıflığı bir yana, filmin genel akışı da son derece kopuktu. Neden kurulduğu anlaşılamayan cümleler, lise tiyatro grubunun bir öğle sonrası serbest çalışmasını andıran doğaçlama diyaloglar, aynı sığır erkeğin kadını olma kaderini paylaştığı için aslında muhteşem bir duygusal ortaklık şöleni sunabilecekken yüzeysel bir yakınlık ve hatta anlamsız tensel temaslarla sınırlı kalan bir ‘iki-kadın’ dostluğu. Dostluk demeye bin şahit isteyen.

Diğer tarafta manasız bir cinsel şiddet; örneğin neden olduğu anlaşılamayan bir araba içi sevişmesi ve hemen ardından adamın oradan ayrılıvermesi. Kadının ortada kalakalması. Tutku muydu o araba içi sevişmesinin sebebi? Kırıntısını bile bulamadım ben, bulan beri gelsin.

Uzun zamandır beni en çok hayal kırıklığına uğratan film oldu bu.

marruu

10 yorum:

Ali Kayhan dedi ki...

Bu kadar sinirlendiğiniz için mi başlık yazmadınız? :)

miso dedi ki...

Efendim? Anlayamadım?

İmza: sinsi miso :))

evinkedisi dedi ki...

Miso?

Bu hangi film? Nurgül dediğin filmde mi Nurgül karakterini canlandırıyor, yoksa Nurgül Yeşilçay mı?

miso dedi ki...

Evin kedisicim, nurgül dediğim gerçek ismi. Aydanur da film ismi, ama o sırada aklıma gelmemişti. Şimdi sorunu okuyunca birden şimşek çakıverdi :)

miso dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Dikkat! biyo var ! dedi ki...

Ve o ne arsızlıktır, o ne cart-cart ses ve hal tavırdır ki, bu kaçıncı filmi seyrettiğim, her bir film boyunca oradaki karakteriyle gerçek insanı ayırt etmekte her seferinde zorlandım ....
demişsin ya bende her bu şekilde eleştirdiğimde nurgulü,
nurgülün fanları fanfinifonları "aaaa,ooo,yuh artık biyo,ödülüne saygı söster bari,kıskanma kızı,yuuh"çekiyorlar!

Ulan alın tv röportajlarını,ekrana konuşmaya her çıktığı anı gözlemleyin alın size filmdeki rolü ile gerçek nurgül!

Ama yine de filmi izleyeceğim Miso.onra hemen ıssız adamı:)

NoT:Doğum gününü de gelmişken kutlayım tek taşla şu kuşuda vurayım:)Hehhee

SinektenBileYağÇıkartanBiyo

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Misocum,
"Üç Maymun" yazıma yorum yaparken yazmışsın ya, sert eleştiri diye, doğru,sert yazmışsın.:)

Ben, esas olarak Nurgül Y.'a sinir olmuyorum. Pek çok insan, bir de Cem Ö. ile evlendikten sonra, onu daha da antipatik bulmaya başladı.
Ancak, kendisi bile "patavatsız" diye tanımlıyor kendini.
Bu durumda, onun oyunculuğuna bakmak, kişiliğini unutmak seçilebilir. Örneğin, Hülya Avşar'ın da bu kategoride değerlendirilebileceğini düşünüyorum.
Bence, "Eğreti Gelin", "Anlat İstanbul", "Ademin Trenleri" iyi oyunculuk gösterdiği filmler.

Vicdan'a gelince, en büyük sorunu yama yama duran senaryosu diye düşünüyorum. Geçmişten adı olan bir yönetmenin son çalışması olması filmi çekici kılıyordu. Ancak, yönetmenin bu yama senaryoya bir katkısı olamamış ya da konunun uzağında kalmış olmalı.
Konunun nereye sarkacağını bilememesi, Tülin Özen ve Nurgül'ün film karakterlerini havada bırakıyor.
Murat Han, Mutluluk'ta kendisine hayran olduğum oyuncudan çok uzakta, ne yapacağını bilmez bilmez dolanıyor.
Filmle ilgilihayal kırıklığına katılıyorum. Ben de filmi sevmdim, ama, Tülin ve Nurgül'ün bunca karışıklık arasında yine de iyi oynadıklarını düşünüyorum.

miso dedi ki...

Biyocum
Yorumunu okuyunca güldüm. İyi ki aynı yerde seyretmedik filmi. Uff ne biçim kavga çıkarırdık :)

Ekmekçikızcım,
Evet ya, biraz sert yazmışım hakikaten. Biraz da hak yemişim galiba; yani senin yazından bunu algıladım.

Senaryo konusunda sana yüzde yüz katılıyorum. Filmden önce Murat Han'ın bir röpörtajını okuyup ümitlenmiştim. "Bazı oyuncular doğaçlamadan hoşlanır, bense rolümün her bir kelimesine hakim olmak isterim," filan türü bir şeyler söylüyor. Bense filmin büyük bir bölümünün tatsız bir doğaçlama gibi olduğunu düşünüp üzüldüm filmi seyredince. Tülin Özen'i ben de beğendim. Ama Nurgül hanım... Bilmiyorum ya, galiba hak yiyecek kadar sevmiyorum kendisini. Son derece irite oluyorum. (Ve inan Cem Ö'yle hiç alakası yok bu hislerimin) Bir filmi daha gelsin, o zamana kadar benim asaplarım yatışsın :), o zaman bir daha yazarım artık.

O kadar güzel ve seviyeli yazmışsın ki, inan bana mahçup oldum. Teşekkür ederim.

marruu

Adsız dedi ki...

ben de filmi pek beğenmemiştim ama fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmak sözünü pek içerlemiş olacağım ki böyle yorumlar yapmaya kalkışamıyorum pek.
"buna ödül mü verilir..." gırgırını yaparken de bir bloğa sayıyorsam,engin bilgilerimi paylaşıp yandaş oluşturmak ya da ne kadar saçmaladığımı öğrenmek isteyedebilirim tabi.
ben de filmi izledim evet beğenemediğim şeyler oldu ve tabiki beğenmemek için izlemediğim için ve neden gittiğimi de gayet de bildiğim için beğendiğim de yeterince şey olabildi,çok şükür.
nurgülün en son tvde nası yani diye bir programda izledim ve son derece kendine has ve inanılmaz samimi bir kaıdn olduğunu düşünmüştüm yine,kendine zarar verecek kadar doğal ve küçük hesaplar yapmadan yaşayan bir kadın fazlaca pervasızlığı benim hoşuma gidiyor açıkçası.bu yüzden de sevilmediğini düşünüyorum bazen. ademin trenleri ya da eğreti gelin hatta yaşamın kıyısında ve anlat istabul daki karakterleri çok ufak nüanslar yakalayarak hepsini hem kendine has hem de olabildiğince doğal olarak kendi içinden çıkarabilecek kadar(oyunculuk karakter yaratmak dğeil içindeki o karakteri çıkarmaksa ki öyle nurgülden daha iyisi yok ) yetenekli olduğunu da sinemadan az çok anlayan herkes farkedebilir. eleştirilen ordaki karakteri yansıtamaması mı ki ödülü haketmemiş yani itici ya da tanıdık geldiği için mi. aydanur uçsuz bucaksız bir özgür ruh değilmidir ,nurgüle yaklaştığı her an oyunculuk yalanmıdır ,yoksa oyunculuk bu mudur.
tartışmaya açık mı bilemiyorum ama
tilda swinton şöyle demiş

"insan hep kendini oynar. ne yaparsan yap, otobiyografiktir. çünkü sonuçta en son istediğin şey, oynuyormuşsun gibi görünmektir."


nurgül ,doğal oynamak adına çok fazal çaba sarfeden çok da başarılan olan bir oyuncu,ister ödüllü ister ödülsüz
sadece çekci yada güzel olmaya çalışmadığı için itici olduğunu söyleyebiliriz ama istediği zaman şuhluğun dibine vurabildiğini de göstermişti bence eğreti gelin de
ademin trenlerinde ... belkide kendisinin içinden çıkma ihtimali en zayıf karaktere bile eşsiz anlamlar yükleyebildiğini gördüğü için bu gözler onun ülkedeki en yetenekli kadın aktrist hatta tam bir başrol karakter oyuncusu olduğunu idda edebilir
umarım birgün gerçekten değeri anlaşılır geç olmadan ve daha içimizden derin karakterleri canlandırma fırsatına erişir

Adsız dedi ki...

filmle ilgili yapılmış en kafa yorum için d fatih özgüvenin radikal gazetesindeki yazısını okumanızı tavsiye ederim
bir de nurgül hususu dışında
filmdeki konuşmaların sıradan ve yok denecek kadar azolması bir tercih olabilir diye düşünmüştüm edebiyattan farkı sinemanın derdini görüntüyle anlatmak nede olsa diye
bazısı filmin görüntü yönetmenliğine takmış mesela o da ilginçti,bence filmin en başarılı kısmı ilk bölümlerdeki o acımasız hayat koşullarının yarattığı muazzam dekor -atmosfer
ve aydanurun songülüde peşine takarak "kaçalım" isyankarlığı...sonrası biraz fiyasko
karakterlerin"taş kalpli"oluşunu da senaryoya değil de oyuncuya biçmek de ayrı bir eleştirmenlik başarısı bu arada.
acımasızlaşmış psikopatlaşmış bir karakterin filmin sonunda ruhaniyetine yakışır birşekilde sevdiği adama hazırladığı son sırasındaki muhteşem acımasızlığı bize aslında yeterince fikir veriyor,
zaten filmdeki sorun ortada bir senaryo olmayışı,oyunculara bırakılmış herşey,zaten doğaçlama çekildiğini söylemişlerdi,oyuncular uyduruyor çözüyor ve yönetmen belgesel çeker gibi çekiyor.bu durumda ödülün neden görüntü yönetmeni ve baş oyuncuunun kucakladığı gayet anlaşılıyor bir filmi kurtarmak adına 10 file bede bir çaba göze çarpıyor ve film izlemek için sebep oluyorlar.

ayrıca fiyasko dediğim ikinci yarıda aydanurun mahmuta "vermicem ulan sana,vermicem işte" diye verdiği ayarlar muhteşem bir ny performnasının dışında o kadar boş kalıyor ki aslında o sahne muhteşem olabilirdi ikici yarı slayt gösterisine dönüşmeseydi...
ahu tuğba filmlerinden farksızdı ne yazıkki...
ilk bölümü kısa film olsaydı bir başyapıta yaklaşabilirdi bence