6 Nisan 2010

Harikulade bir gün...


“Eğğğ Miso abla, benim karnım ağrıyor...”
“Ay Mertcim nooldu?” Aman, çocuk arkada iki büklüm, dizlerini göğsüne çekmiş, surat kıpkırmızı. Mertcim komşumuzun oğlu, lise ikide, her sabah bizimle geliyor. Dağda oturuyoruz ya, böyle birbirimize yardımcı oluyoruz ulaşım konusunda. Beğğğ...

“Miso abla ben çok kötüyüm, annemleri aradım, konuşur musunuz?”
“Alo, Misocum, merak etme, onun ağrı eşiği biraz düşüktür, babası gelip alır şimdi.”
“Tabi tabi.” Mecburen annemlerde duruyoruz. Mert’i içeri taşıyorum, diyebilmek isterdim ama Mertcim 1.90 boyunda bir deve sonuçta; sadece yolu gösterebiliyorum. Babam muayene ediyor ama benim fırlamam gerekiyor. Olduu, hoşçakalın. İçimde sıkıntı kumkuması; çocuğa bir şey olursa filan...

Okula ulaşıyoruz. Ilgaz’ın geçen hafta unuttuğu beden çantasını bulması lazım. Nizamiyedekilere tembih, Ilgaz’a akşam eve yine bir şeyleri unutarak geleceksen kendini de unut demek için duyulan dayanılmaz istek ama cümleyi yutuş, bölüme uçuş. İkinci el kıyafet satışı için evden getirdiğim bir koca torba kazak vesaireyi Deniz hocanın odasına koyup bizim binaya fırlayış.

Derse girmek üzereyim. Telefonları kısmam lazım. Aaa, telefonlardan biri yok. Nerede? Çantanın her yerine bak; yok. Koşup gidip arabaya bakmak lazım ama gidemem; hem araba üst otoparkta, hem de ders başlamak üzere. İlk dersin tenefüsünde de gidemiyorum çünkü tezi için dersimi izlemeye biri gelecek. Neyse, dört ders de bitiyor, toplantı öncesi kantinde bir şeyler tıkıştırıp önce Deniz hocanın odasına gidiyorum. Torbaya düşmüş olabilir mi? Torbayı karıştırıyoruz; pazarcılardan beter haldeyiz. Biz eşelenirken müdürümüz xxx bey en sevimli suratıyla bizi süzüyor. Telefon yok. Arabaya koşuyorum. Heeey, kenara düşmüş. Tekrar fırlayıp toplantıya yetişiyorum. Tabi ki geç giriyorum ve o anda sırtıma bir tülbent sokacak adamın kırk yıl kölesi olacak durumdayım.

Anlamsız bin şey dolu toplantıdan sonra uçarak söz verdiğim yere gidiyorum. Aaa, bu sefer de hırkam yok. Kantinde mi bıraktım acaba? En sevdiğim hırkam o oluyor birden bire. Yapcak bir şey yok. Arkadaştan çıkıp özel derse gidiyorum. Çocuk bugün ekstra bir pırıltılı.
“İğne ve kumaşla ne yapılır xxxcim?” Cevabı Türkçe bekliyorum.
“Örülür.”
“Yok, o şiş ve yünle yapılır.”
“Haağğ.”
“Ne yapılır peki İĞNE ve KUMAŞLA?”
“Dokunur”.
Hım, evet, eben, tamam pes ediyorum. “Dikilir, değil mi xxxcim?”
“Aa, evet.”
Duyan da Finlandiyalı filan zannedecek. Düpedüz bizden biri yahu! Hep mi ekmekle beslenir bir insan!

Eve geliyorum. Gün bitti mi acaba? Bitsin istiyorum. Bitti galiba. İyi geceler.

marruu

5 yorum:

endiseliperi dedi ki...

insan bulamıyor ki doğru sözcüğü bazen. bir keresinde ünlüüü bir şair kız arkadaşımın evine gitmiştik reha ile. yeni eve taşınmıştı da yerde de kilimler vardı. güzel bir şey demek istiyordum. aa, dedim, ne güel kilim, ne güzel örülmüş! kilim dokunur canım, örülmez, dedi reha'ya bakıp gülümseyerek. karşılıklı gülümseyerek.

sonra işte onların aralarında bir şeyler olmuş. ah!... dedim, kilim dokunur, örülmez ki... bak başına neler geliyor. ekmek de o kadar az yediğim bir şey ki:p

sevgiler misocum benim.

endiseliperi dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
miso dedi ki...

Pericim,

Yazdıklarına, daha doğrusu yaşadıklarına o kadar üzüldüm ki ne diyeceğimi bilemiyorum. İşin doğrusu bir iki gündür de düşünüyorum :( O ünlüüü şair "arkadaş"ın çok ciddi bir halt etmiş, ve çok da ayıp etmiş. O tebessümler de iyice sevimsizleştirmiş olayı. Benim öğrencim ise... Ah, hep böyle değil tabi, ama işine gelmeyince kan alıyor işte benden.

Ekmek? Ben de pek yemem ama kazlık yoğunluğumun tavan yaptığı anlar vardır :))

Çok çok sevgiler sana da :) marrru

Elif Derviş dedi ki...

ben ekmek çok severim yahu yapmayın :D ooooh mis :P

baurk... dedi ki...

e merte ne olmuş?