18 Aralık 2006

İkinci Bölüm

Tabi ben havaalanına gitmediğim için olayların geri kalanını bilmiyorum. Eve geldiğinde eşim anlattı. Havaalanının kapısında durunca babam "yürüyecek çok mesafe yoksa ve içeride oturabileceğim bir yer varsa boşver sandalyeyi, gidivereyim ben," demiş. Muhtemelen, sokmuşum sandalyenize, işte böyle yürürüm diye inat etti canım keçim. Eşim de, pek fazla mesafe olmadığını söylemiş ve hemen içerideki dinlenebileceği yerleri işaret etmiş. Koltukları gören babam inmiş arabadan annemle ve X-ray cihazına gelmişler. Tabi gerisi komedi.
"Amca bu öttü, üzerinizde metal mi var?"
"Oğlum benim bacağım protez, o ötmüştür."
"Protez metal mi oluyor amca?"
"Bildiğin demir işte."
"Çıkartabilir misiniz?" (oha)
"Yok çıkartamam, takması bir dert, çıkartması ayrı bir dert."
"Amca belki baston ötüyordur, onu bırakarak geçseniz bir daha?"
"Oğlum bastonsuz yürüyemem ki ben..."
Ay cidden sinir krizi geçirmek üzereyim. Belki de el çantalarımızı koyduğumuz cihaza yatsaydı babam bu kadar problem olmayacaktı. Ya adamcağızın mongolla imtihanına dönüştü topu topu bir saatlik yolculuk. Neyse, en sonunda geçmişler aptal ordusunun arasından ve uçağa binmişler.
Akşam konuştuğumda babamın sesinde bir kırgınlık aradım doğal olarak, ama yoktu. Alışmış olduğunu düşünüyorum artık. Hadi babam olgun bir insan, ya bacağını kaybetmiş olmayı hazmedemeyen bir insanın başına gelse bu durum? Onun yarasını kim saracak? Organ kaybetmek kolay bir şey değilmiş. Tıpta bu başlı başına bir olaymış. Babam bir dizi ameliyat olurken biz de psikiyatristlerle görüşmüştük. Malum, nasıl yardımcı olacağını bilmeli insan, kaş yaparken göz çıkartmamalı. Babam hala kesik ayağının parmaklarının kaşındığını söylüyor desem? Ya da olmayan ayağının başparmağına saplanan korkunç acıyla aniden yerinden fırladığını söylesem?
Havaalanında infial yaşanabilirdi. O günün en büyük şansı benim orada olmamamdı bence. Cidden kendimi kaybederdim. Gönül ister ki babamın bastonunu kapıp o aptalları bir temiz zopalayabileyim; muhtemelen yapmazdım ama eminim herkesi başımıza toplayacak kadar bağırıp çağırırdım. (Sonra da babamdan bir temiz zılgıt yerdim, ama değerdi)
Bütün bunlar sanırım beslenme yetersizliğinden oluyor. Veya kötü yetişme koşullarından. Kötü niyet aramak istemiyorum; bu kadar kötü niyetli insan aynı kurumda çalışıyor olamaz. Ne yazık ki pek düzeleceğe de benzemiyor; hiç umudum yok benim.
Ama yapmasınlar böyle ya; insanın kalbi kırılıyor, beddua edesi geliyor şöyle ağzını doldura doldura.
Umutsuz miso

8 yorum:

Nakhar dedi ki...

gulmekle ağlamak arasinda... :(

uykucu dedi ki...

burası türkiye!deyip geçiyoruz da aslında her şeyi şikayet etmek lazım babanın olgunluğu süpermiş tebrik ediyorum...
ne alaka dersen thy benide antepten görev dönüşü aldığım demir süsler için(alattinin lambası,ucu sivri parçaları olan duvar süsü vb) sorguya çekmişti.nerden aldın, faturası, bunlar kaç yıllık( hatta alet çantamdaki heykel yapım malzemeleri için bile!)eski eser kaçırıyorum tutuklayın demiştim ve ucağa zor yetişmiştim hani işi sıkı tutuyorlar ya....(konuyu dağıtmak için yazdım )

cenebaz dedi ki...

Evet, tamamen kötü beslenen bir gruba rastlamışsınız. Çetin Altan hep yazar; Et yemeyen insanın algılaması zayıf olur diye. Eh, ekmek tüketiminde Guiness rekorlar kitabına girdiğimiz düşünülürse babanın uçağa binebilmesi bile bir şans diyeceğim neredeyse. Tam Aziz Nesinlik bir durum olmuş.

Elif Derviş dedi ki...

Valla ben gayet etobur olup da kazma ve kıt olabilmeyi başaran da çok insan gördüm, bilemiyorum :))

Adsız dedi ki...

bu ülkede milyonlarca işsiz varken,o mongolluğu yapmayıp aldığı parayı hakedecek insanlar olmalı mutlaka.belki biraz da acımasız olunmalı sonuçta bu hizmet sektörü değil mi???
babanızı ben de tebrik etmek istiyorum,eşinizle bir akrabalığı olabilir mi acaba diye düşünmeden de edemiyorum:)ayrıca bu olayın tamamından dolayı duyduğum üzüntüyü de belirtmek istiyorum.
kıvır

miso dedi ki...

Herkese merhaba. Babam adına tebrikleri kabul ediyorum.
Yorumlara da çok teşekkürler. Gerçekten de aranması gereken adamları arayıp, durdurulması gerekenleri durdurdukları süper başarılı bekçi murtazalar ülkesinde yaşıyoruz.
Çenebaz, hoşgeldin. Sana et yeme konusunda çocukluk dönemi bağlamında katılıyorum. Tercih yapıp et yemekten vazgeçtiğimiz zaman beynimiz çoktan ulaşması gereken noktaya ulaşmış oluyor. Çocukken ne kadar çok ekmek yenirse, düşünsel bağlamda terliksi hayvan formatına o kadar yaklaşmış oluyoruz. (Bilimmisosu)
Kıvırım, hoşgeldin. Ama yanıldın. Babamla eşim arasında hiç bir alaka yok. Biri nirvanada, diğeri nadir zamanlarda bu şekilde sabır gösterebilen bir sinir küpü. Ben de izindeyim bu babanın; hem de fena halde.

Elif Derviş dedi ki...

Senin sinirini yerim ben misooom :)) Yogaya başlatcaz sinir minir kalmıcak işşalllaahhh tütütütütü :))))))))))

Elif Derviş dedi ki...

Ayrıca etyemezleri savunduğun için pek bi teşekkürler fark etmedim sanma :))hihihi