30 Haziran 2007

Squash kararı ve sonrası


AK beni ikna ediyor. Squash oynayacağız. Hatırlıyorum zaten, 2 sene önce sınıfa yaptığı sunumda squash’i anlatmıştı. Sakin sakin, bu sporun mucidi gibi, “belli olmuyor ama bakın ben neler yapıyorum,” dercesine. Sınıfa raket ve top da getirmiş; onu hatırlayamadım. 100 aldığını hatırlıyorum bir de. Dedim benim raketim yok, bende üç tane var dedi. İnanmak mümkün değil, bir insanda neden üç tane squash raketi olsun ki? Sonradan yumurtladı; biri Kenan’ın, diğeri de Kenan’ın ablasınınmış. (“Bende” kelimesinin açılımına girmeyeceğim şu anda; AK’nın etrafındaki bütün raketler “benim” sınıfına giriyor galiba. Evet, evet, anladım ben)

Ee, nerede oynanır bu? Ya cehaletin bu kadarı olur mu? Yani kapalı alan olması gerektiğini biliyorum ama doğruluğundan emin değilim. Açık havası da var mıdır? Sorsam bu profüsür benimle alay eder mi? (Genelde etmez ama bazen çok fena ezebilir insanı, yaşanan gerçektir, şahitleri de vardır) AK anlatıyor yine, kapalı alan, duvara vuruyor top, sen koşuyorsun filan. Peki sen koşuyor musun AK? AK’nın kımıldama genleri doğumda hasar görmüş gibi, biraz yani, zaman zaman kımıldıyor, mesela fevkalade yürür kendisi, ama koştuğu görülmemiştir; o kadar ki İnsan Bünyesi isimli bilimsel dergiye bir makale konusu bile olabilir bu konu. Peki ne giyilir, var mıdır özel bir kıyafet? Öğretmeniz ya, kurallı olacak her şey, hiç olmazsa kuralları öğrenelim, uygulamasına bakarız. Tenis gibiymiş kıyafet, ama oynanan yerin arkası cammış (Teniste hatunlar etek giymiyor mu yahu? Ben etek giyeyim, oynayalım, arkada bütün Hazırlık, hocam bravooo, ööööööö. Bende de bu spor yaparken öğrenciye basılma artık fobi haline geldi, nooluyorsak yahu!! Sanki güreşçi mayosu giyip minderlere atlıyoruz)

Spor merkezine gidiyoruz, oraya üye olmak gerekiyor. Bankodaki adam “ikiniz de öğrencisiniz, di mi? 20 giriş 15 lira” “Yok, değil, ben hocayım.” “O zaman öğrenci 15, size 25 hocağm” Oluuur, öğrencisiniz di mi demişsin bana, 60 lira da veririm ben şimdi her girişe. Sonra adam anlatmaya başlıyor, iki türlü üye olunuyormuş, önce dırılı dırılı...

“Nasıl yürümek bu?”
“mmıığğğğğ”
“Ben sana böyle mi yürü dedim, ne yapmaya çalışıyorsun?”

Adam anlatıyor, adamın anlattıklarından bir kelime bile girmiyor kulağıma. Bir kadın, yanında muhtemelen 13-14 yaşlarındaki otistik çocuğu, bir de çocuğun eğitmeni. Kadın çok öfkelenmiş, çocuğu itiyor. “Yürü dedim, düzgün yürü görücem.” Ben çocuğu göremiyorum, sadece öfkeli anneyi görüyorum. Bankamatik kioskunun başındayız artık. Adam hala anlatıyor, AK dinliyor, ben artık adamın sesini bile duyamıyorum. AK’nın okul kimliğini kioskun kenarından geçiriyor, dırılı dırılı, şöyle yapıyoruz, buraya basıyoruz... Benim aklım koridorda. Kadın yürüyüşü beğenmemiş, kavga etmelerine ramak kalmış iki delikanlı gibi çocukla göğüs göğüse duruyorlar, çocuğu döner kapıdan dışarı çıkartıyor büyük bir mücadeleyle. Ben artık ağlamaya başlıyorum. Gözümde güneş gözlükleri var ama hem adam, hem AK anlıyor. Adamdan özür diliyorum, hiç bir şey dinleyemiyorum, kusura bakmayın diyorum. AK’nın kolunu sıkıyorum. Çaresiz kalmış, hiç bir şey yapamıyor, işleme başlamışız artık, bitirmek lazım. Çocuk dışarıda oturuyor, anne uzak bir yere yürüyüp geri geliyor.

O sırada spor salonunda minikler bilmem kaçıncı basket turnuvası var. Çocuklar giriyor, çocuklar çıkıyor, yanlarında antrenörleri, aileleri, içeriden heeeey, bravooo diye bağırışlar geliyor. Çocuk dışarıda yalnız başına oturuyor. Anne yürüdüğü yerden dönüyor, çocuğa doğru daha sakin ilerliyor. AK ve ben çıkıyoruz. Kadın çocuğunun yanına oturuyor. Bir şeyler söylüyor, duyamıyorum. Duymak istemiyorum, sadece ağlamak istiyorum. Kadın muhtemelen ben ne yapıcam diye düşünüyor, muhtemelen bunu yüz bininci kez düşünüyor. Bu çocuk daha doğru dürüst yürüyemiyor bile, ondan önce ölürsem ne olacak diye düşünüyor...

Arabaya biniyoruz. AK ne yapacağını bilmiyor. Ben ağlamamı durduramıyorum. Kadını düşünüyorum, çocuğu düşünüyorum. Kendi çocuğumu ve diğerlerini düşünüyorum. Annelik nedir diye düşünüyorum. Bütün bunları on beş saniyede düşünüyorum, bağıra bağıra ağlamak istiyorum. AK inerken iyi misiniz diye soruyor. Hmmm diyorum ama hayır, iyi değilim, ama olacağım, çünkü unutacağım.

Çok yaralanıyorum. Bunun neden olduğunu artık düşünmek bile istemiyorum. Hiç bir şeye isyan etmek de istemiyorum. Kös kös eve gidiyorum.

Üzerinden kaç saat geçmiş, hala aynı hüzün, aynı üzüntü. Hala ağlıyorum.

Diyecek hiç bir şey bulamıyorum.

Çocuğumu özlüyorum deliler gibi...

Ve sahip olduğum her şeye şükrediyorum...

17 yorum:

elektra dedi ki...

miso kedi:(
bugün tansiyonum mu düştü ne? kolumu bile kıpırdatamıyorum. o kanepe senin bu yatak benim, bünye kendini yatay konumdan kurtaramıyor.
açılayım diye kendimi kahve ile ikna ederek pc'nin başına oturdum. yazını okudum, içim taştı, ağladıkça açıldım. demişsin ya şurada,

'Kadın muhtemelen ben ne yapıcam diye düşünüyor, muhtemelen bunu yüz bininci kez düşünüyor. Bu çocuk daha doğru dürüst yürüyemiyor bile, ondan önce ölürsem ne olacak diye düşünüyor...'

bu dram beni gebertiyor.

yakinen tanıdığım iki ailede var bu durum. ve çok efkarlandıklarında, bunu söylüyorlar. hatta bir tanesinin, ağlayarak benden önce ölsün diye dua ettiğini itiraf ettiğini hatırlıyorum.
offfffffffff diyorum, offffffff.:(

Elif Derviş dedi ki...

:(((((((((((((((

narsis dedi ki...

Benim baktığım çocuklardan birinde çok hafif otizm var. A-blabla sendromu deniyor, hala öğrenemedim.

Durumu çok kötü değil. Okula gidebiliyor. Ne bileyim işte henüz ergenliğe girmemiş minikler fark edemiyorlar onda neyin acayip olduğunu.
Babasının onu cezalandırma şekline bakamıyorum. Dayak mayak yok, bağırıp çağırmıyor da çocuğun sevdiği ne varsa ona oynuyor, çocuğun ciğerini sökmekle eşdeğer. Çünkü aradaki bağlantıyı anlamıyor, babam bana bunu yasakladı çünkü ben bunu yaptım demiyor. Babam bunu yasakladı, babam beni sevmiyor'u alıyor mesela.

Çok üzülüyorum ben. O koca cüssesinden beklenmeyecek kadar bebek oluyor bir anda, gözlerini kocaman açıp seni seviyoruuum diyor. (Tabi sonra da ekliyor, i mean, as an au-pair. 12 yaş kritik bir yaş, kız arkadaşı da olabilirim çünkü beyefendinin.)

Öyle işte, aynı evde yaşıyoruz aylardır. Ben sıkça üzülüyorum. =(

gaykedi dedi ki...

annemin kuzeninin çocuğunda var böyle bir sorun, evet en büyük dertleri ben öldükten sonra çocuğum ne olacak, üff üff anasını satayım iskandinavya değil ki burası devlete güvenesin :(

miso dedi ki...

Sevgili elektra,
Demek istediğim tam da buydu. Bir de öyle beklenmedik zamanda karşıma çıktılar ki, kontrol edemedim kendimi. Bizim de var böyle tanıdıklarımız, onlarla görüştüğümüzde daha bir hazırlıklı ve kontrollü oluyorum. Ama bu sefer... Çok etkilendim, bildiğin gibi değil :(

Canım deli,
Seni de üzdüm...

Narsis merhaba,
Severim ben o baktığın çocuğu, sarılırım sımsıkı. Kıyamam. Babasına da hayretle bakarım, inanamam... Keşke o da yardım alsa.

Sevgili gaykedi,
Böyle sorunları olan insanlara sabır diliyorum, güç diliyorum. Çok zor, çok çok zor. Güvenilecek bir yer olmaması da apayrı bir dert. Kime emanet edebilirsin ki?

aaahhh, ah
marruu

Mehmet Nail dedi ki...

?

Mehmet Nail dedi ki...

Nefes almanın bile güç olduğu anlar var.Bir kelimenin ağızdan çıkması için müthiş güç harcamak gerekebilir.Azil'i oku.Ne duyguya, ne lanet olası hayata dair tek kelimenin dile getirilmesine ihtiyaç var.İSYAN.ÇARESİZLİK.Hepsi bu.Gerisi kocaman bir soru?

uykucu dedi ki...

ben çoğunlukla oğluma bakıp bakıp şükrederim .o tür bir durumda da naparım nasıl davranırım bilemem.ama çok zor bunu tahmin ediyorum. çevremde öyle çok örnek varki otizm en basiti bence .eşimin yeğenide otistik 18 yaşında ve eşim her zaman onun hayatında bizde varız geleceğinde mutlaka bizde olucaz diyor .tabiki..
demek özledin ılgazı, kaç gün olmuştu..

weiss und schwarz dedi ki...

dün bi arkadaşımın arkadaşının bekledikleri bebekte bi sorun olduğunu ve bebeği aldırmak zorunda kaldıklarını öğrendim kendimi koydum yerine bi an annenin ben olsam ne yapardım...sonrasında neler olurdu?o çocuk nasıl mutlu edilebilirdi, nasıl bekılırdı, nasıl bırakılırdı...hepsi peş peşe aklımdan sonra bi an unut dedim düşünürsem benim başıma geleceğimi düşündüm ve sonra suçluluk duydum...düşünmekten kaçtığım için...ailesine güç diliyorum,huzur diliyorum...tabi ki o çocuğada mutlu olabileceği bişeyler...üzgünüm.

miso dedi ki...

Sevgili Mehmet Nail,
Evet, çok haklısınız, gerisi kocaman bir soru. Hiç yanıtlayabilen olmuş mu acaba diye de düşünürüm zaman zaman. Ne kadar içim ezildi anlatamam. Ve bir evet daha, nefes almak ve sağlıklı olmak çok güç geldi bana o anda.

Figencim,
Zafer'i ve seni bütün kalbimle kutluyorum. "Biz de varız onun geleceğinde," demeniz ne kadar asil bir yaklaşım. Gözlerim doldu inan.

Sevgili weiss,
Suçluluk en korkunç his bu tür durumlarda. Ve en önüne geçilemezi. Arkadaşını kutlamak lazım aslında, hiç kimsenin hayatını olduğundan daha da zorlaştırmayacak bir karar vermiş. Kolay mı? Hiç değil. Ama çabuk unutuluyor. Yaşadığım benzer bir şey var, bir gün yazarım belki :(

marruu

Adsız dedi ki...

Her olaya bu kadar hassas ve duygusal yaklaşıp,nerdeyse kendini suçlayacak kadar insancıl olman beni çok etkiliyor.Halbuki ben ilk paragraflarda squashı çok sevdiğimi,iyi oynadığımı,squash salonunun,iyi zıplaması için ısınması gereken kauçuk topunun ve raketlerinin kendine has ve nefis bir kokusu vardır diyecektim.:(((
Biyo
(T.olan,alışabildin mi:)

miso dedi ki...

Biyo T'cim,
Suçluluk duygusu var cidden. Neden, bilmiyorum. İyi mi, kötü mü onu da bilmiyorum aslında. Tek bildiğim çok üzüldüğüm...

Alp ve Ege'nin Annesi dedi ki...

Gaykedi'nin dedigi gibi Isvec'te bu cocuklara devlet 24 saat bakici sagliyor, hemde kendi evinde, gece uyandiginda cisini yapmak istediginde, annesi ertesi gun ise gideceginden uykusunu bölup duzenini bozmasin diye...Hatta annenin iside ayni bile olabilir, yaslilar evinde calisiyordur ve yaslilara yardim ediyordur...Duzen bu, umarim TR'de de göruruz biz ölmeden...

Ali Kayhan dedi ki...

Bu tip şeyler beni de çok çok üzüyor, en çok üzen de insanların yüzlerindeki çaresizlik oluyor. Neler yapılabilir'in, ne kadar telafi edilebilir'in somut bir cevabı bile yok. Hayat ister istemez bambaşka bir boyutta ilerliyor.

Bu duyguları, zorlukları yaşayan her şeye kolaylıklar, sabırlar ve güç dilemekten başka bir şey de elimden gelmiyor. :(

miso dedi ki...

Sevgili Alp ve Ege'nin annesi,
Hoşgeldiniz. Ne güzel şeyler yazmışsınız medeni bir ülkede yaşananlar hakkında. Bir de aynı şeyleri TC hakkında da dilemişsiniz. Ne yazık ki burada yaşananlar ve yapılanlar ortada. Biz daha şiddeti önlemek için yetkililere herhangi bir şey yaptıramıyoruz sizin de bildiğiniz gibi. Konu çok yaralayıcı ne yazık ki :(

Sevgili alikayhan,
O gün hissettiğim hiç bir şeyin bir çıkışı yoktu aslında. Söyleyebileceğim tek şey iyi ki yanımdaydın demek. Yalnız olduğum zaman korkunç oluyor çünkü.

marruu

Lilium Bosniacum dedi ki...

üzüntüden ne yazacağımı şaşırdım.. sadece yazının bir aşağıya kaymasını beklicektim... ne yapardım bilmiyorum öyle haber verseler alalım bebeği deseler.. rabbim karşılaştırmasın...

Mehmet Nail dedi ki...

Ya ölen şarkıcının ailesi olsaydınız ve manasız yere bir trafik lambasının kaldırılmasının yarattığı sonucu canınız bu dünyadan göçseydi.Memleketimizde herşey ucuz,hayat ve var oluş pahalı.Allah kimseyi üzerinden kalkamayacağı yüklerle,kararlarla sınamasın.Biz unutacağız (elbet üzüleceğiz, utanacağız,tarifsiz duygular ile küfür savuracağız dünyanın adaletine).Şimdi ve yarın o çocuğun, ölen şarkıcının, haberlerde duyduğumuz şehitlerimizin aileleri ..Bu acılarla yaşayacaklar.Allah sabır versin.Hiçbirşey yok, ateş düştüğü yeri yakıyor.
Ankarada olan tüm insanlarımızı 7 Temmuz saat 16:00 da Tandoğanda görmekten mutluluk duyarım.