23 Şubat 2007

The Black Dahlia

Kendimi tebrik ettim. Şu son dönemin en kötü filmlerinden birine gitmiş olduğum için tebrik ettim yani. “Hocam pek iyi eleştiriler yokmuş,” dedi kıvırım. Brian de Palma ve bir sürü bildik oyuncu; ne kadar kötü olabilir ki diye düşündüm. “Evet, ben de okudum kötü eleştirileri ama yine de merak ediyorum,” dedim kıvıra. Curiosity killed the cat!

Scarlett Johansson’a en iyi armut taklidi yapma ödülü verilebilir bence. Ya da dudaklarının hatırına kırmızıya boyanmış bir Japon balığı maskotu ayarlanabilir. Ben bu kadını Lost in Translation’da ve İnci Küpeli Kız’da seyretmiştim ve çok beğenmiştim. Burada ne üzülebilmiş, ne de sevinebilmiş. Ne beli göğüslerine kadar yükselen, ablamdan-ödünç-aldıydım-tam-gelmiyor pantolonuyla şık olabilmiş, ne de banyonun kapısında ha gördük ha görücez memeleriyle seksi. Kadıncağız hiç bir şey olamamış filmde. Bu da bir başarıdır belki de. Bravo. Bütün film boyunca alık alık bakabilmiş sadece. Ama tabi bu bir dönem filmi, o dönemin kadınları da alık olur, tamam mı diyen varsa o da kabul; bakarız film boyunca öyle.

Aaron Eckhart ise aynen Scarlett’in akıbetini paylaşıyor. Diğer bir çok filmde gayet iyi roller keserken burada bir çocuk edasıyla abartı bir şekilde öfkeleniyor, seyirciyi bir türlü ikna edemiyor. Sinir ötesi bir polis memuru. Her türlü pisliğe bulaşmış olmasını beğeniyorum bir tek; nefis, bayılırım öyle polis karakterlerine. Ama buna hiç bayılamıyorum. İçimi soğutuyor.

Josh Hartnett diğerlerinden bir nebze daha iyiydi oyunculuk bağlamında. Onun kimi sahneleri inandırıcı, kimi sahneleri “ama Josh, sen Lucky Slevin’de hiç fena değildin, oldu mu şimdi” kıvamındaydı.. Ama filmin sonlarına doğru, doğduğundan beri cinsel perhizdeymiş gibi filmdeki bütün kadınlara aynı şiddetli tutkuyla saldırması erotik bir etkiden çok filmi gülünç bir platforma çekiyordu bence. (Bilmiyorum, belki de daha önce hiç bir sevişme sahnesi seyretmemiş olanlar bu sahneleri yerler.)

Filmin en başarılı yıldızı Hillary Swank’ti sanırım. Zengin bir manyağın zengin manyak kızını oynamış, o sevimsiz suratı dünyanın en çirkin, en at, en eyerle-gez suratı haline gelmiş, kişiliği ve içindeki kötülük suratına vurmuşçasına daha da çirkinleşmiş. İkna edici tek karakter o olmuş.

Sanırım de Palma bir tür ilacın etkisindeyken çekti bu filmi. Enteresan karikatürize karakterler (sapık bahçıvan dede), nasıl o hale geldiği belli olmayan yaratıklaşmış insanlar (Swank’in annesi), rol kesen abiler ablalar falan filan. Filmde yok yok; katil yakalamalar, partnerimin manitasısın sana dokanamamlar, lezbiyen revü sahneleri, bir adet porno film (güya kanıt diye sunuluyor; filmin her şeyini gösteriyorlar, midem bulandı) vesaire vesaire. Film bıçak sırtında kalakalmış; ne gerçek insan figürleri var, ne de bir çizgiroman uyarlaması gibi. Bir tek sirk sahnesi yoktu. Onun da eksikliği pek hissedilmedi aslında.

Çok kötü bir film olmuş.
İtinayla kaçın bence.

7 yorum:

Ali Kayhan dedi ki...

Sevgilimisohanım,

Bu film yorumlarınız çok eğlenceli oluyor. Böyle sıkıcı ve kötü filmlerden böyle yazılar çıkarabildiğiniz için tebrikler. Ben de son dönem kötü filmlerinden bir tek bunu izlemedim galiba.

Bilgisayarımdaki DVDRip XviD'ler kurtarıcılarım oldular bu aralar.

Hoşçakalınız.

Zaten bu Scarlett, Jessica Biel'in yanında bir hiç. :)

Andy_Dufresne dedi ki...

İnternet aleminde "hepsi burda " türünden sitelerle rekabet konusunda açtığınız yeni çığır konusunda tebrilerimin kabülünü istirham ediyorum. Sayfanızdaki zengin içeriği muhteşem film yorumlarıyla güçlendirip, okurlarınızı boşuna para ve zaman israfından kurtardığınız için de ayrı bir teşekkürü borç biliriz. Tek korkumuz keşfedilip ulaşılmaz olmanızdır, bizi yazılarınızdan mahrum etmeyeceğinizi ümit ediyoruz. Sevgilerimle , Hayranınız Dufresne :)

miso dedi ki...

Sevgili alikayhan,
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Bu filmi izlememekle de neler kurtardığınızı anlatamam. Gitmeyin, sakın gitmeyin. Jessica Biel konusuna da katılıyorum. Son derece doğal ve cidden özenilerek yaratılmış :)

Sevgili dufresne,
Bu kadar iltifat gecenin 11 buçuğunda bünyeme fazla geldi inanın. Neler yazmışsınız öyle, yok yok... Keşfedilmemden hiç korkmayınız; öyle bir ihtimal yok denecek kadar azdır. Hem misolar keşfedilirlerse azıp coşmak yerine ürküp yerlerine sinerler. Sadece sevinirler; hem de çok sevinirler.

sevgili alikayhan ve dufresne,
umarım aranızda anlaşıp VER GAZI COŞTUR KAZI yapmadınız. Öpüyorum ikinizi de
kıllanan miso

narsis dedi ki...

Scarlett Johanson the Island'daki (Izlediniz mi bilemeyecegim) opusme sahnesinde yonetmene ustsuz olmasi konusunda israr etmis. Hatta yonetmenle o kadar tartismislar ki adam tum filmi tekrar cekmeye, kadini senaryodan cikarmaya razi olmus. Mahkemelik olmuslar, falan fisman... Kadin "giyinmeyi kabul edince" her sey yoluna girmis.

Bu siralar kendisi seksapeli nedeniyle oldukca gundemde ve bu yuzden de bunu olabildigince kullanmaya calisiyor sanirim. Hoslanmadim ben.

Bir de sevgili Oscar Wilde'in A Woman of No Importance adli tiyatro oyununun sinemaya uyarlanmis versiyonu olan A Good Woman'da izlemistim. Helen Hunt'in golgesinden kurtulamamisti, o zaman da begenmemistim.

Gitmemek icin zaten yeterince bahanem vardi, biri de siz oldunuz efendim =)

miso dedi ki...

sevgili narsis7ekho (doğru yazdım mı:))
hoşgeldin. hani oyunculuğa verilen emek babında kafadan harcamamak adına Lost in Translation'ı seyretmeni önerebilirim. Scarlet hanım göze giriyor orada. Ama bu filmde cidden içler acısıydı.
A Good Woman'ı seyretmedim, fırsat bulursam seyredeyim. Helen Hunt'a bayılırım :)

EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Ne diyeyim, hislerime tercüman olmuşsunuz: O kadar büyük hayalkırıklığıydı ki, bu film, benim için, son dönem gittiğim filmler arasında... Elim varıp yazamamıştım bile.
Belki de her tatsız konuda bile iyi bir şey bulan mizacım yüzünden midir, bilemem, filmde "öldürülen kız-Elizabeth Short" karakterindeki oyuncuyu (adı Mia Krishner imiş) çok beğendim ve başarılı buldum. Özellikle acayip, kocaman gözlerinden çok etkilendim. Yine de, bir çuval keçiboynuzu çiğnemeye katiyen değmezdi.

miso dedi ki...

ekmekcikiz hoşgeldin
Mia Krishner konusunda sana tamamen katılıyorum. Krishner'i ben de ilk defa farkettim bu filmle. (Daha önce gördüğümü hatırlamıyorum) Bir tek oydu sanırım o dönemin kadınlarını yansıtan. (Ya da o dönemdeki bütün kadınlar ya Swank gibi sapık, ya da Johansson gibi garabetti) Filmdeki tek gerçek şey taşradan gelip de ünlü olmak için her şeyini feda edebilecek o kızdı sanırım.