5 Ağustos 2006

Elif Şafak'ın Mahrem'ine dair

Kitabın ağdalı, yapışan dilinden ve kurgusundan kurtulmak mümkün olmadı; ne okurken, ne de okuyup bitirdikten sonra. Kelime seçimim çok olumlu görünmese de, tamamen iyi şeyler hissediyorum aslında kitap için. Çok şeylerin altını çizmek istedim okurken, ve yine çok şeyleri defalarca düşündüm, hem kelime anlamlarında barındırdıkları imgeler, hem de benim hayatımdaki olgulara dair anlamları bağlamında.
Beni en çok etkileyen şeylerden biri Keramet Mumî Keşke Memiş Efendi isimli karakterin vişne çürüğü çadırındaki gösteriler oldu. Bu çadırdaki gösteriler kitabın iki ayrı bölümünde anlatılmış; birbirine oldukça uzak iki bölümde. Bunun çok önemli bir nedeni var. Aynı şeyi zıt noktalardan sunuyor bize. İlk gösteri kadınlara: Kadınlara dünyanın çirkinlikleri gösteriliyor. İkincisi ise erkeklere; onlara güzellikler. İlginç olan , her iki gösteriyi de aynı karakterlerin yapıyor olması; oysa uyandırdıkları hisler birbirinin tam zıddı. Çirkinde kötülük-güzelde iyilik, çirkinde zorbalık-güzelde gönül rızası, çirkinde acımasızlık-güzelde merhamet var. Aynı yılan, çirkinliğin gösterisinde zorbalıkla alırken paralarını seyircilerin, güzelliğin gösterisinde gönül rızasıyla sahneye atıyor paraları seyirciler. Veya kuklacının gösterisinde, çirkinliğe dair gösteride tufanlar kopuyor, doğanın insanın başına ne dertler açabileceği gösteriliyor. Oysa güzelliğin gösterisinde "hayata hayat katıyor" aynı doğa. "İnsana yapamayacağı iyilik yok."
Şimdi aklıma gelen soru şu: Neden böyle bir zaafı var insanın? Neden iyi hep güzele yakıştırılıyor, çirkine karşı ise hep bir çekinceyle yaklaşılıyor? Bu yorumum kitaba dair bir eleştiri değil; zira kitaptaki "güzel", La belle Anabelle yani, doğduğunda bile istenmemiş, yapayalnız kalmış biri. (Yalnızlık zaman zaman tercih edilen bir şey olsa da, yapayalnızlık insana mahsus bir şey değil bence, korkutucu!) Ben genel yaklaşımdan bahsediyorum. Kurgu dünyasında güzel olan hemen her zaman iyi ve ilgi çekici, çirkin olan ise kötü ve sakınılması gereken. Sadece kurgu dünyası olsa iyi; ne yazık ki gerçek hayatta da düşüyoruz bu tuzağa zaman zaman. Güzel olana meylediyoruz hep, ilk şansı güzele veriyoruz. Diğerini ise "tanımamız" gerekiyor önce. Zamana sığınıyoruz diğerinde. Belki de "güzelleşmek", "güzel görünebilmek" adına gösterdiğimiz bitmek bilmeyen ve ne yazık ki beyhude çabanın altında yatan neden bu.

2 yorum:

KhAOS dedi ki...

güzel yorum yapmışsın
bende elif şafağın ilk baba ve piçi okudum.kurgular hoşuma gitti.sonra mahrem hayran kaldım bu kadar güzel dille yazılmış , çok iyi kurgulanmış ve her satırını altını çizme hissi uyandıran bir kitabı neden daha önce duymadığıma şaşırdım üzüldüm. kitap bittiğinde istem dışı kitap hakkında düşünmeye devam ettim. ta ki pinhan ı okuyup onun etkisine girene kadar sonra pinhandan kurtuluşum araf la oldu sanırım sırada pit palas var. ama elif şafağın yazdığı her hangi bir şeyi okurken hayranlığım katlanarak artıyor.

miso dedi ki...

Sevgili khaos, hoşgeldin

elif şafak'a derin bir hayranlık besliyorum gerçekten de. Utanmasam, işte iki kitap okuyup karar verdiren cehalet budur dedirtmekten korkmasam bu yüzyılın en iyi romancılarından diyeceğim. (Uyanıklığıma da dikkat çekerim, utandığımdan değil, korktuğumdan :))